Pages

27 Ekim 2014

Midnight in Bucharest/Bükreş'te Geceyarısı! @BALKANLAR

Romanya'nın başkenti Bükreş'i gündüz yol telaşesi akabinde gezerkenki haliyle bıraksaydım, bu kadar aklımda kalır mıydı bilmiyorum.. Nikolay Çavuşesku hikayesiyle girdiğim şehre, yaptırdığı devasa adliye sarayı ile devam edince enerjim tükenmişti biraz açıkçası..

Araçla hızlı turladığım şehre akşam olduğunda ayağımla basmam gerekiyormuş meğer, gerçek dünyasını keşfetmek için... 

Çoğu komunizm döneminde yıkılmış olan tarihi binaların arasından şehrin içlerine daldığımızda, Odeon Tiyatro Binası önündeki Atatürk büstünü ziyaret ederek gururlandığımız, Romus ve Romulus heykeli önünde eğlendiğimiz, bambaşka binaların içlerinde bambaşka yıllara değindiğimiz bir gece oldu yaşadığımız...


Gecenin çökmesi ve ışıklandırmaların şehre farklı bir boyut katmasının etkisiyle masal alemimiz başlamış oldu...

Atatürk heykelinin başka bir ülkede böyle önemsenmesi ile ilk adımı atmış oluyoruz zaten...

Biraz ilerlediğimizde, 1912 yılı itibariyle bir nevi ordu evi olarak inşa edilen, şimdilerde ise lüks restoran ve balo salonu olarak kullanılan Cercul Militar National binasını merak ederek kafesinde birer kahve içme heyecanıyla merdivenlerini tırmanmaya başladığımızda içerisindeki hareketlilik gözümüze çarpıyor.. Biz yaklaştıkça, restoran tarafı girişinde 1900'lerden kalma kırmızı üniforması ve şapkasıyla "Büyük Budapeşte Oteli" filminden fırlamış bir kapı görevlisi beliriyor... Gelen balo kıyafetli davetlileri karşılıyor, büyük bir nezaketle içeri alıyor... Derken bizi görüyor, yaklaşıyoruz ısrarla.. Bir anda büyük cam kapıyı biz sanki hiç yokmuşuzcasına geri kapatıyor.. Tavrını hem çok nazik, hem çok kaba buluyoruz. Ama umursamıyoruz... Bir şey demeden içeride ne olduğu merakıyla kapının içerisini görecek bir noktaya sokuluyoruz.. Ne vardı acaba içeride?.. Derken bir gelin ve damat beliriyor cam kapının ardında.. Davetlilerin tebriklerini kabul ediyorlar.. Ama bir tuhaflık vardı.. İçerisinde sanki hala 1900'lü yıllar yaşanıyordu.. Oldukça demode, sade bir gelinlik, sarı kabarık saçlarının uzunca bir topuzla yukarıda toplandığı bir gelin saçı modeli.. Gelinin yanında ise takke takmış, eski görünümlü takım elbise giymiş bir damat... Sanki bir film karesi gibilerdi...

Oradan ayrıldığımızda, yeniden şehrin ışıkları, milenyum çağı binalarının cephe aldığı Avrupa mimarisi, onun yanında da dizilmiş komünist dönem blok yapıları...

Cumartesi gecesi olduğu için eğlence alanlarının yer aldığı Lipscani Bölgesi'ne giriyoruz. Yaya akslarından oluşan kafelerin, barların olduğu sokaklarda ilerliyoruz. Son derece modern bir mekana giriyoruz, henüz kimseler gelmemiş... "Saat 11 gibi başlar gece" diyor, "peki, biz sonra geliriz o zaman" diyerek çıkıyoruz... 

Daha sonra arkadaşımız, aynı zamanda rehberimiz bizi güzel bir yere götüreceğini söylüyor... İlerlerken bir grup müzisyenin canlı müziğine takılıyoruz. Balkan müziğinin memleketindeydik, farkına varıyoruz tekrar o anda...

Gökçen (@gokcengokyer) tarafından paylaşılan bir video - şurada:
 
Biraz daha ilerledikten sonra Ülker'in bahsettiği yere varıyoruz: Caru cu Bere...

Sokağa atılmış masalarındaki loş ışıklar, vintage bir ortam havası ile farklı bir mekan olduğu algısını veriyor ilk gördüğümüzde... Ama asıl masal dünyasına kapıdan içeri adım attığımızda giriyoruz: Burası tam olarak 1800'lerdi dostum!

Büyülendiğimi hatırlıyorum bar kısmına ilerlediğimde... Etrafta askılı pantolon giymiş jön erkekler, kırmızı takım elbiseli garson kızlar, yan tarafta bir Charlie Chaplin, barda ise envai çeşit bira fıçıları...

Ahşap merdivenler, masa sandalyeler, ne çaldığını şu an hatırlamasam da ortamla bütünleşen müzikler ve loş ışıklar...

Kendimi o anda "Midnight in Paris" filminin bir Romanya versiyonunda buluyorum. Tam anlamıyla paralel evrenler yaşıyordum. Her binanın içinde, her sokağın ardında farklı bir tarih, farklı bir dönem yaşanıyordu adeta...

İnternetten mekanın panoramik fotoğraflarını buldum, benim kameramın hakkını veremediği ambiansı onlar vermiş. O yüzden, mekana dair ilk 4 fotoğraf bana ait değil. Ama ortam tam olarak bu.





Çok fazla kalabalık olduğundan dolayı yer açılana kadar başka mekanlarda şansımızı denemeye karar veriyoruz.  Ülker'in başka güzel bir mekana gideceğimizin garantisi ile buradan ayrıldığımız anda 2000'lere dönüyor, hareketlenmeye başlayan sokaklarda gençlerin aralarından ilerlemeye başlıyoruz.


Bir diğer mekana geldiğimizde, "evet burası da gerçekten farklı bir dünya" diyoruz.. Yine eski zamanları yaşıyoruz, ama daha yakın zamanları bu sefer... Ahşap merdivenli, avlulu, Türkiye'deki dizilerde benzer yapılar gördüğümüz bir mekanmış gibi... Hana gelin gitmiş bir ağa kızı gibiyiz sanki.. =)




Ama pek kimse göremiyoruz mekanda, sezon ya kapanmıştı, ya da gençler henüz dışarı çıkmamış... O yüzden buradan da ayrılarak şansımız "random" bir mekanda denemeye karar veriyoruz.

Ara sokaklardaki mekanlarda şansımızı denemeye karar verdiğimizde ise tesadüfi olarak bir bar girişi bizi kendine kitlemeyi başarıyor. Burası da farklıydı, diğerlerinden de.!


Girişi ile ilgimizi yakalamıştı, o yüzden o merdivenlerin nereye bağlandığını da öğrenmeliydik...











Merdivenleri takip ederken dekorasyonu ile bizi kendine çoktan çekmiş olan mekanın kapısına ulaştıktan sonra içeri adım attığımızda ise 1980'lerde buluyoruz kendimizi bu sefer de!

Yine bir salaş pub havası... Fıçılar, salaş masalarda dost kahkahaları...

Yerleştiğimiz masaya birleşik DJ masası... Müzik ise bulunduğumuz ambiansla neredeyse aynı... Onun tüm gece kulağımızın yanında çalması, o anki keyfimizin sadece fonundaydı. Roman birası Ciuc'un tadını, gerçekten Romanya'da olduğumuz algısı ile daha bir alıyor, sohbetimizin en derinlerinden ise gecenin ilerleyen saatlerinde 2000'lere dönmek üzere çıkıyoruz.


Giderken dönüşte gelmek üzere uğradığımız mekana gitme sırasıydı. Mekana girdikten sonra bara kurulduğumuzda, etrafta algıladığımız ortamı ve ortama akan gençleri her yerde aynı olarak buluyoruz. Biz de onlardan farksız oluyoruz ya da başka bir deyişle... Müzik fonumuzda aynıysa, dans her yerde danstı!


Oradan çıktığımızda ise gece artık çoktan başlamıştı! Boş bıraktığımız sokaklarda artık yürümek neredeyse imkansızdı! Milenyumun enerjisine geri dönmüş, eğlenmekten başımız ağrımıştı! Çılgın dansçılar, tıklım tıkış barlar, herkesle kaynaşmak için çoktan kafa olmuş insanlar.. =)

Ertesi gün sabahın körü denilebilecek bir saate yetişme acelesi ile ve gecenin büyüsü eşliğinde balkabağına dönerek, otelimizde gelerek uykuya dalıyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder