Üstün Dökmen'den "Küçük Şeyler"! @RÖPORTAJ
Küçükken hafta sonu keyiflerimiz ayrı olurdu. Bizde genelde annemle abim sabahları uyurken biz babamla çoktan kalkmış tv karşısında olurduk. Kahvaltının hazır olmasına daha olurdu çünkü. O zamanlar izlediğimiz programlardan biriydi "Küçük Şeyler". O anlattıkça kendimize dersler çıkarır, mizahi diliyle yüzümüde oluşturduğu tebessümü kahvaltı soframıza taşırdık.
Eskiden daha mı nitelikli programlar olurdu diye daha çok tv izlerdik, yoksa artık az tv izlediğimiz için mi nitelikli program göremez olduk bilemiyorum. Belki de biliyorum. Cevabından kaçıyorum.
Kelimelerime tercüman olacağını bildiğim için, lafı fazla uzatmadan Saygıdeğer Prof. Dr. Üstün Dökmen ile keyifli röportajımıza geçiyorum.
G.G. İlk soru doğrudan kendim için. "Küçük Şeyler" yeniden ekranda olacak mı? Son zamanlarda ülkemizin çok daha fazla ihtiyacı olduğu görüşündeyim.
Ü.D. Sizin ihtiyacınız olabilir ama kanallar ihtiyacınız olmadığını düşünüyor, yapmıyorlar. Ben "ücretsiz de yapacağım" diyorum ama böyle bir işe girmiyorlar. Evlendirme programları daha cazip geliyor, sırf eğlence yayınlayan kanallar var. Toplumun yararına, toplumu aydınlandıran, insanları uyandıran programlar yapmaya niyetli değiller. Ben ücret almasam da belirli bir yapım ücreti var, böyle bir masrafa girmek istemiyorlar. Uygun, eli yüzü düzgün bir kanal olursa seviniriz.
G.G. Genel olarak üzerimizde bıraktığınız izlenim "saatlerce konuşsanız da biz dinlesek" şeklinde. Dinlemeyi pek sevmediğimiz bir toplum olarak bu düşüncemizi neye borçluyuz?
Ü.D. Aslında okumayı toplum çok sevmiyor. Kitap kulüpleri var ama çoğunluk olarak fazla kitap okumuyoruz. Okumayı sevmiyorsak, dinlemeyi de herhalde sevmiyoruz, bilmiyorum. Farkında olmadan, çok fazla bilinçli olmadan ilgi çekecek şeyler anlatıyorum. İlgi çekecek şeyleri mizahi bir üslupla anlatıyorum. Yani psikolojiye mizahi bir bakış tarzı getirdim. Bunu çok bilerek yapmadım. Herkes izliyor, her yaş kesimi izliyor. Demek ki, kitap okuyan entelektüel kesim de izliyor, eğitim düzeyi daha az olan kesim de. Galiba, farkında olmadan her kesimde eksikliği hissedilen bazı bilgileri paylaştım, o yüzden. Yalnız, üniversitede öğretim üyesi olarak da konuyu espiriyle anlatırdım; yani, anlatmak hoşuma gidiyor. Benim hoşuma gitmeyeni başkalarına anlatmazdım. Doğru bilgiyi, mizahi bir üslüpla... Nasreddin Hoca da hep doğru şeyi anlatırdı, gülünç değildi. Der ki, her bilge tarihi de psikolojiyi de Nasreddin Hoca üslubuyla anlatabiliriz. Galiba bunu yaptım.
.
G.G. Yaşamdaki en temel "küçük şeyler" sizin için nedir?
Ü.D. Her şey. Sağlıklı olmak. "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” nefes darlığı çektiği bir dönemde Kanuni yazmıştır. Nefes almak aslında hiç farketmediğimiz bir şey. Normal alıyorsak bir "oh" demeyiz ama bir nefes alma zorluğu olsa en kısa zamanda kurtulmamız gerekiyor. Nefesiniz kesildiği anda bunun ne kadar önemli olduğunu görürsünüz. Kanuni bunu söylemiş, ama iki oğlu nefes darlığından ölmüştür, yani boğdurulmuştur. Çok ilginç, böyle bir irtibat kurmadı muhtemelen ama o bu şiiri yazmadan önce, oğlunu boğdurttu.
G.G. Savunduğunuz düşüncelerinizin, gözlemlerinizin zaman içinde evrildiği, konuyu daha sonraları farklı şekilde tanımladığınız oldu mu?
Ü.D. Oluyor tabi. ("ne mesela?" diye ayrıntı soruyorum.) Roman yazıyorum şimdi 6. romanım çıktı ("hayırlı olsun tekrardan" diyerek röportajın başında imzalayarak armağan verdiğin kitapla ilgili detayını başka bir soruya bırakıyorum.) İlk roman "Ladesçi", 14 sene önce yazdım. Ana fikri şu: "dünyada ve ülkemizde en önemli eksiklik; dürüstlük eksikliğidir." Herkes birbirini kandırmaya çalışıyor, insanlar vergi vermeyip devleti kandırmaya çalışıyor, dünyada büyük devletler küçük devletleri kandırıyor, Birleşmiş Milletler'de kandırıyor devletler birbirlerini en önemli eksiklik "dürüstlük eksikliği". İkinci kitap "Miyase'nin Kuzuları", üçüncü kitap "Kuzular Vadisi", dördüncü kitap "Kelebekler ve İnsanlar", beşincisi "Metrestepe", altıncısı "Menderes Irmağın Gölgesi", yedincisi "Yorgun Heykel", bunlara bakıldığı zaman dünya görüşünde bir evrilme olduğu gözüküyor. Psikoloji kitaplarım var, bilimsel makalem vardı, kısmi psikolojik biraz populer iki kitap var, "Empati" ve "Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak" daha ziyade populer, kişisel gelişim kitabı sayılabilecek "Küçük Şeyler 1-2-3-4", tiyatrolarım var. Artık romana geçmek istedim. "Küçük Şeyler"de belli bilgileri aktarıyorsunuz ama romanda her şeyi aktarabiliyorsunuz. Einstein'ın bir sözü var: "Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür ama hayalgücü her yere götürür." Kişisel gelişim yazarken, psikoloji kitabı yazarken, A noktasından B noktasına gitmek mümkün, ama roman ya da tiyatro, şiir yazarken her yere herhangi bir şekilde gidebilirsiniz. Ankara üzerine en uzun şiir "Ankara Destanı" ben yazdım. Orada pek çok şey söylemek mümkündür. Sanat sonsuz olanak tanır, bilim sonsuz olanak tanımaz, pozitif bilimde doğruyu bulmanız istenir. Aşıyı bulmanız istenir ama bu aşıyla ilgili şiiri yazarsanız sonsuz şey söyleyebilirsiniz.
G.G. "Can çıkar, huy çıkmaz" dedikleri ne derece doğrudur? Psikodrama ile insanların değişebildiğine şahit oldum biraz. Kalıcı değişim midir sizce?
Ü.D. Evet var. Bircan Kırlangıç Şimşek benim hayat hikayemi yazdı ama ilginç bir teknikle; psikodrama ile yazdı. Freud'a göre temel kişilik özellikleri 6 yaş civarında oluşur. Sonra hayat boyu değişmez. O zaman Freud'un klasik görüşü "can çıkar, huy çıkmaz"a daha yakın. Fakat bize göre de çocuklukta edinen bazı yaşam tarzları hayat boyu kaybolmuyor. Normal şartlarda kaybolmuyor. Fakat, eğer psikoterapi olursa, psikodrama olursa, psikanaliz olursa, Gestaltçı Yaklaşım olursa, bilişsel yaklaşım yöntemlerinden yararlanırsanız uygun psikotrapi ortamlarında bunlar değişir, sabit değildir. Eğer sabit olsa psikolojiyle biz niye uğraşıyoruz? Yani bir klasik görüş "6 yaşından sonra tren kaçtı diyor", bize göre kaçmadı. Kendi kendine biraz değişir, roman okuyarak değişir. İnsanlara şunu tavsiye ediyorum: kişisel gelişim kitapları okusunlar. Bir tane Üstün Dökmen'den, bir tane Doğan Cüceloğlu'ndan, bir tane tercüme Stephen cc okusun yeter. Habire bizim kişisel gelişim kitaplarını okumalarına gerek yok, roman da okusunlar. ("Yani değiştirir mi huylarımızı böyle?" diye teyit istiyorum. "Bir miktar değiştirir" diyor.) Yaşar Kemal, Dostoyevski, Tolstoy, Victor Hugo'yu okuyun. Çok güzel filmler var. Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerini izlemek, kendimizi vererek izlemek bir miktar değiştirir, olgunlaştırır. Yaşam zaten olgunlaştırır: Üç kızı vardır bir babanın, geleneksel adamdır. Birinciye çok sıkı davranır, ikinciye biraz daha rahat davranır, üçüncüyü iyice bırakır. Ne oldu? O baba televizyon izledi, yaşı ilerledi, olgunlaştı. Yaşamak başlı başına olgunlaştırır, ama yavaş. Bunu bekleyemeyiz. O zaman sanat ile olgunlaşması gerekir. Biraz psikoloji kitapları, ("ama kişisel gelişim kitapları sizi 180 derece değiştirmez" diye ekliyor.) Kaliteli filmler var. Mesela "Çikolata", "Kurtlarla Dans" filmlerini izlesinler. Farklı bakışlar kazanırlar.
G.G. Sizce günümüzdeki en büyük sorun nedir? Ya da en "küçük"? =)
Ü.D. ("Dünyada mı Türkiye'de mi?" diye soruyor" öncelikle. "Nasıl isterseniz" diye özgür bırakıyorum.) Dünyadaki ilk reklam filmi "yalan" üzerinedir. O yüzden; 1- Dürüstlük eksikliği, 2- Pozitif bilimden uzaklaşmak. Dünyada bazı ülkeler pozitif bilimle iç içe yaşarken, bizim ülkemiz poizitif bilimden uzaklaşıyor. Kapitalist sistemin bir miktar kendince handicap oyunları vardır. Onun içindeyseniz olacak. Yani çarklarını yağlamak için bunu yapmak zorunda. Ama küçük beyaz yalanların toplumda yaygınlaşması kötü. Köy Enstitüleri niçin kapatıldı? Üretmek isteyen Köy Enstitüsü kurar, üretmeden tüketmek isteyen AVM kurar. Türkiye habire AVM kuruyor, demek ki ben üretmeden tüketeceğim. Bakalım ne kadar sürecek, buyur dene. Bir dürüstlük eksikliği... ve Pozitif bilimden uzaklaşma. Pozitif bilim mantığından, yaşam biçiminden halkım ciddi olarak uzaklaşıyor. Bu çok büyük bir tehlike. Astroloji uzmanları, ot uzmanları... Bin sene öncenin çaresizlikten başvurulan teknikleri. Ultrason var, röntgen var, antibiyotik var, penisilin var... Doktor kesmiyor bile artık... Bu çağda hala 1500 yıl öncenin usulü çekiliyor, sarılık olan halkın hala bir kısmı sarı battaniye örtüyor. Bunlar ciddi eksiklik, şamanik dönemin tedavi aşamaları.
G.G. Son olarak, röportaj başında hediye ettiği kitabı "Yorgun Heykel"i göstererek sizlere aktarmak için bilgi istiyorum.
Ü.D. Kişisel gelişimden romana geçerken bir miktar öğretmen üslübu vardı. Giderek azaldı, bu kitapta hemen hemen hiç kalmadı. Balkanlar'da hayali bir ülkede geçiyor. Daha önce çok çatışmalar olmuştur, oysa barış içinde de yaşanabilir; bir heykel dikmeye karar veriyorlar. Kahraman, eli kılıçlı bir heykel. Herkes kendi dedesinin heykelini dikmek istiyor. Tartışma çıkıyor, bir yaşlı bilge kadın diyor ki; "eli kitaplı bir kadın koyalım". Roman yazmış birinin heykelini dikiyorlar ama heykel çalınıyor. Çok üzülüyorlar... Çare; "her zaman bir ışık vardır yaşamda." İnsanlar barış içinde de yaşayabilirler. "Yorgun Heykel" bunu hafif mizahi bir dille anlatıyor.
Sevgili Üstün Dökmen'e çok teşekkür ediyor, kendisini ekranlarda yeniden görebilmeyi diliyorum.
Çok Sevgiler!
Yine şahane bir işe imza atmışsın Gökçencim, keyifle okudum hocanın ropörtajını. Küçük şeyleri TV de görmeye gerçekten çok ihtiyacımız var. Dilerim hoca onu kabul edecek bir kaliteli tv bulur da başlar yeniden. Yeni kitabı da okunacaklar listeme ekledim. Mutlu pazarların olsun, ellerine, emeğine yüreğine sağlık :)
YanıtlaSil