Uzunca sayılabilecek bir yenilenme sonrasında ve yakın zaman öncesinde Atakule yeniden hizmete açıldı.
Ben genel olarak Ankara'nın ruhunu çok fazla sevemiyorum. "Neden?" diyecek olursanız, evet şehrin o 70'ler, 80'ler ruhu merkez lokasyonlarda kısmen korunuyor. Ancak kimi yerde hiçbir bakım görmeden olduğu gibi duruyor, kimi yerdeyse içine pek bir dinamizm katılmıyor ve fazla "kaliteli" bir görünümü yok gibi geliyor.
Yani bir "Berlin" örneğini alırsak, orada belki de çok daha fazla korunmuş bir geçmiş bulunuyor ve o ruhu hala koruyor. Ama çok daha dinamik bir şekilde. Halkın çok daha içinde, çok daha çevre dostu ve çok daha rekreasyon alanlarıyla iç içe olduğu bir şehir. Bir başkent niteliğini günümüze aynı nitelikte ama yenilenen bir enerjiyle taşıyabilmiş bir şehir.
Sonra, dönüyorum Ankara'ya bakıyorum.
I-ıh.
Bir şeyler oturmuyor. Bir şeyler belki yanlış, belki eksik.
Ankara örneğiyle konuya girme sebebim de aslında Atakule örneğini hangi kategoriye koymam gerektiğini kestiremediğim... Bence bir şeyler orada da eksik.
Atakule'nin giriş kapısından da ilk bakışta anlaşılacağı üzere bir lüksleşmeye gidilmiş. İçerisinde lüks sayılabilecek mağazalar ve kafeler bulunmakta.
Aslında cephe ve teras düzenlemeleri sürdürülebilirlik anlayışıyla (muhtemelen) ve seyir terası yaratmak amacıyla cam olarak yapılmış. Atakule'nin ana mantığına uygun şekilde şehrin görüntüsü panoramik olarak izlenebilir şekilde bırakılmış.
Mağazalar ve kafeler de görece lüks dediğim gibi ama binada yine de bir hantallık var. Üzerinde lüks birkaç dokunuş yaratılmaya çalışılmış ama ağdalı ve ne 2000'lerin ruhunu, ne de 80'lerin imajını yansıtan dekoratif dokunuşlar (!) yapılmış.
Arada kalmışlık var gibi.
Hem kaliteli ve lüks bir yer yaratma isteği olmuş. Bu çok net. Hem de bir yandan sanki o "Ankara"nın giri ruhunu da korumaları gerekirlermiş kaygılarında kalmışlar gibi.
Yalnızca mimari olarak da değil bence.
Örneğin Big Chefs manzara olarak en iyi lokasyonlardan birine sahip bir yer ve görece nezih bir ortam olmuş. Ancak hizmet kalitesi bu durumun sağlamasını fazla yapamamakta.
Kulenin gece ışıklandırmasıysa, Kızılay'ın renkli ışıklandırmalarını tamamlamış bence -bilen bilir-. Anlamsal bir açıklaması var mı o renkli ışıkların bilemiyorum -ki küçük çapta araştırdım, belki manevi bir anlam ifade ediyordur da ben anlayamamışımdır diye ancak herhangi bir açıklama göremedim-. Ancak şehrin birçok yerinden görülebilen bu şehrin simgesi yapının yarattığı ambiansla bir Paris'teki Eyfel Kulesi ışıklandırmalarının verdiği etkiyi hiç karşılaştırdılar ve dışarıdan bir gözle baktılar mı diye merak ediyorum.
Benim -eğer konu kaliteyse- hoşnut kaldığım yalnızca Vakko'nun kafe olarak ayrılmış kısmının ambiansı ve çalışanlarının son derece asil ve nazik tavırlarıydı. Şehre kozmopolit bir dokunuş yaratmış görüşündeyim. Menü fiyatlarıysa beklediğimizden çok daha uygun geldi. Tek üzüldüğümüz konu biraz daha geniş ve belki de manzaralı bir konumda bulunmamasıydı.
Bu arada bodrum katta ücretsiz katlı bir otopark bulunuyor ve bu güzel bir gelişme.
Ankara'yı çok seven, sevgisiniyse hep maneviyata bağlayan insanlar belki benim ne demek istediğimi fazla anlamlandıramazlar. Ancak objektif bir gözlem bende tam olarak bu hissi verdi, veriyor.
Keza, Atakule'nin tanıtım reklamlarını izlediyseniz, orada da Ankara sevgisi bir üst cümlemle benzer. Çok da benim şehirden/başkentten beklentilerimdeki kaygıları taşımamışlar gibi görünüyor.
Not: Teras katını turlayacak fırsatım olmadı. Burası biraz "avm tarafı yorumu" diyebiliriz şimdilik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder