Yine bir Gökçen Gökyer Blog’da
röportaj günü ve ben yine çok özel bir insanla tanışma şerefine nail oldum. Dev
Bağcan ailesinden Sevgili Sonat Bağcan ile çok keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
Hem aynı şehirde yaşıyor olmamız, hem de Aurora Sports’tan (Tık Tık) spor arkadaşı olmamız (ki bunu Maryana vesilesiyle öğrenmiş oldum), röportajı aceleye gelmeden, tüm yeni albüm yoğunluğunu atlattıktan sonra keyifle gerçekleştirmemize olanak sağladı.
G.G. Ailenin ortak yanı müzik olsa da her birinizin farklı bir tarzı var. Selda Bağcan daha çok Türk Halk Müziği ve Anadolu Rock, kardeşiniz Serenad Bağcan daha çok batı müziği, Seda Bağcan ise Mantra müziğin ülkemizdeki temsilcisi ve siz de daha çok pop alanındasınız. Bu yönlenme, bu çeşitlilik nasıl oldu?
Üstelik bu sefer çok daha keyifli
bir ortam yakalayarak, tam bir kahve sohbeti yaşadık yağmurlu Ankara akşamında.
Hem aynı şehirde yaşıyor olmamız, hem de Aurora Sports’tan (Tık Tık) spor arkadaşı olmamız (ki bunu Maryana vesilesiyle öğrenmiş oldum), röportajı aceleye gelmeden, tüm yeni albüm yoğunluğunu atlattıktan sonra keyifle gerçekleştirmemize olanak sağladı.
İyi ki de öyle olmuş. Saatlerin
nasıl geçtiğini anlamadığımız, kaydı kapattıktan sonra da uzunca bir süre
lafımızı sonlandıramadığımız çok hoş bir buluşma oldu. Hem çok naif, hem çok
samimi, hem de oldukça dolu biri olması ile uzunca süredir yaşadığım kültürel
boşluktan sonra (Tık Tık) ruhuma çok iyi geldi açıkçası.
Lafı fazla uzatmıyorum, kahveleriniz hazırsa buyurun sohbetimize başlayalım!
G.G. 90’lı (96) yıllarda çıkış yaptıktan sonra albüm epey geç geldi. Neden ara verdiniz? 90’larda Türkiye’de müzik sektörü yeni gelişmekte olduğu için çıkış yapan sanatçılar daha kıymetliydi aslında, o popülariteden neden geri çektiniz kendinizi?
G.G. 90’lı (96) yıllarda çıkış yaptıktan sonra albüm epey geç geldi. Neden ara verdiniz? 90’larda Türkiye’de müzik sektörü yeni gelişmekte olduğu için çıkış yapan sanatçılar daha kıymetliydi aslında, o popülariteden neden geri çektiniz kendinizi?
S.B. Aslında birkaç radyo
programına katıldığımda programcılar benim şarkılarımın hepsini ezbere
biliyorlardı ve başucu cd’si olduğunu söylediler ve hatta o zamanlar
şarkılarımla ve yaşamımla ilgili anlattığım şeyleri hatırlıyorlardı. Ben bunun
farkında değildim. Aslında “Nereye Gidiyorsun” şarkısı çok popüler olmuş ve ben
bunun yeni farkına varıyorum. O zamanlar için şöyle bir şeydi, çok aradığımı
bulamadım sanki. Bir de, hani hayat gücü denilen bir şey var ya, muhtemelen
hayatı da çok bilmiyordum. Kendimi güçsüz hissetmiş olabilirim. Bir de üstüne
aşık oldum, kocamı buldum ve geri dönüş yaptım Ankara’ya. (Tamam, şimdi cevabı
aldım diyorum, gülüyoruz.) Ama şöyle de değildi, kocam ‘müzik yapamazsın’ gibi
bir şey de demedi ve her zaman bana destek vermiştir. Ben çektim kendimi. Ama o
sırada hayatımda yine de müzik vardı, arada küçük konserler veriyordum,
kardeşlerimle de bir şeyler yapıyorduk, örneğin küçük kardeşimle mantra müziği
yapıyorduk. (Bu konuyla ilgili de az sonra sorum olacak diye not düşüyorum.)
Geride kalmadım ama çok görünürde değildim.
G.G. Beklentimi karşılamayan dediğiniz
durum ne açıdan?
S.B. Sektörle ilgili aslında. O zaman
şimdiki gibi değildi. Şimdi istediğin zaman bir ürün yaratıyorsun ve internet
ortamına koyuyorsun, özgürsün. Ama o zamanlar sistemin içindeyken, o sisteme
uygun şeyler isteniyordu senden. Benim yaptığım şey öyle ya da böyle sisteme
uygun bir şey değildi. (Ne açıdan diye merak ediyorum, açıklıyor…) Mesela,
babamın beste ve sözlerini seslendirdim, “yarın çok güzel olmalıyım anne” diye
bir şarkım vardı. Orada anlatılan şey bir genç kızın ilk aşkını yaşaması ve
anne-babayla bunu paylaşamaması. Şimdi paylaşılabiliyor. Bu gibi şeylerden
bahsediyorduk, biraz sistemin dışında bir albümdü. Yine de özgürdüm ve
şanslıydım, halam Selda Bağcan’ın yapım şirketinden çıkardım albümümü. Ama
katıldığım televizyon programları, röportajlar vb seni başka bir yöne
yönlendiriyor ve ben kendimi orada özgür hissetmedim. Herhalde öyle bir şeydi.
G.G. Müziğe ara verdiğiniz
yıllarda yaşadığınız bir nevi içsel yolculuk var ve bunun vesilesiyle ortaya
çıkmış bir ninni albümü… Bu süreci anlatabilir misiniz nasıl gelişti?
S.B. Belki de özgürce
yaratamadığım için, bu farkına varmaksızın sende bir huzursuzluk ve mutsuzluk
yaratıyor-muş. -Muş çünkü bunu yaşamın içerisindeyken fark etmiyorsun.
Evlatlarım; iki oğlum da büyüdükten sonra bir boşluk yaşadım. Annelikle ilgili
çocukların sana ihtiyaç duyduğu dönem içerisinde evet, ama o onların artık sana
ihtiyacı olmadığı dönemdi işte o soru başlıyor. Bu boşluk da “bu yaşamdaki
yerim nedir?” sorusuna götürüyor. Yani ben niye geldim? Buradaki görevim, benim
yapmam gereken bir şey var mı? O sorgulama sırasında ben yogayla tanıştım. Yoga
yapmaya başlayınca bu sorular daha da netleşti. Yoga hayat penceremi
değiştirdi. O sorulara net cevaplar bulmaya başladım. Ninni albümü de benim hiç
tasarladığım bir şey değildi. Geçmişte bana ‘ninni albümü yapacaksın’ deseler
gülerek bakardım. Ama bir yoga hocamın çocuğu oldu. Amerika’da yaşıyordu o
zamanlar. Ona bir hediye göndermek istedim ve bir ninni çıktı. (Bu arada
sesiniz çok yakışmış ninniye diye ekliyorum.) Ben de daha alto, tok bir sesim
olsun isterdim ama yumuşak bir sesim var, bu ses niye bana emanet edilmiş
derdim, meğer ninniler içinmiş. Yani aslında, bu sesin frekansı ninniler için’e
geldi konu. Hayatım boyunca da bilgi topladım yogadan, kendi mesleğim diş
hekimliğinden, Yeditepe Üniversitesi’nden aldığım bilinçli hipnoz
tekniklerinden, bir sürü okuduğum kitaplardan, aldığım eğitimlerden. Tüm
bunların sonucunda da bilinçaltımın annemin karnındayken bile nasıl kayıt
yaptığıyla ilgili bilgilenince ve kültürümüzde de “aman çocuğum dur, hızlı
koşma düşersin” diye kültürün içinde koşmayan bireyler yarattığımızı, yerinde
sayan bireyler yarattığımızı fark edince – kendim de dâhil olmak üzere –
içimizdeki çocuklara ve çocukların bilinçaltlarına onları özgür bireyler
olduklarını farkına vardıracak sözlerle ninniler, besteler kendiliğinden geldi.
Öyle çıktı ninni albümü. “Sen özgür ruh, sen güçlü ruh, huzur, barış sendedir”,
“dene, yanılsan da vazgeçme basamak taşların onlar, seni sen yapacak onlar”.
(Hafifçe mırıldanıyor o yumuşacık sesiyle, alkışlıyorum ister istemez bu küçük
kupleyi söylediğinde) Melodileri de tasarlamadım kendisi geldi. Sözlerin ikisi
kardeşim Seda’ya ait, gerisi bana ait. Seneler boyunca da dinlenilecek bir
albüm oldu.
G.G. “Müziğin bedendeki hücrelere
verdiği şifa” demişsiniz. Bir nevi “müzik ruhun gıdasıdır” tadında bir yorum
mu, yoksa ruhsal tedavi yöntemlerine yeni bir bakış açısı mı kastettiğiniz?
S.B. Müzik zaten bir frekans. En
azından kendimizden bakalım, bazen bir şey dinliyoruz birden moralimiz düşüyor.
Bunu bizi düşürecek bir müzikle mi, yükseltecek müzikle dinleyerek mi
yapılandırabiliriz bedenimizi? Seni düşürecek müziği dinleme demiyorum. Çünkü
bazen hüzne de ihtiyacımız oluyor. Ama hüznü çok düşüren değil de, kendi içsel
farkındalığına götürecek bir hüznün olması gerekiyor. Bir de %70’in su, Japon
bilim adamı Dr. Masaru Emoto’nun bir çalışmasında suya sözcükler söyleniyor ve
kristalize yapısı mikroskobik olarak inceleniyor. Kötü söz söylenmiş ya da
yapıştırılmış su kristallarinde karışık kristalleşme olurken, güzel sözlerin
söylendiği ya da yapıştırıldığı su kristallerinde daha düzgün kristalleşme
oluyor. Bunun bilimsel olarak da bir kanıtı var en azından. Dolayısıyla müzik
bir şifa.
G.G. Yeni albümünüzden bahsedelim
bir de. Hem yeni şarkılar var hem de 90’lı yıllardaki şarkınızın cover’ı.
İlginç bir hikâyesi var demiştiniz buluştuğumuzda?
S.B. Bir gün halam (Selda Bağcan)
Ankara’ya konsere geldi, ertesi gün bizde yemek yiyoruz. Dedi ki bana ‘senin bu
albümün çok güzel bir albümdü, o zaman doğan çocuklar şimdi 20’li yaşlarında ve
bu albümden haberleri yok ben buna çıkaracağım’. ‘Aman hala boşver’ dedim. ‘Hayır
getir sırayı yapacağım’ dedi ve yaptı kendisi. Ondan sonra da, ‘bana bir
fotoğraf çektir sen’ dedi. Ben de tamam dedim ama ciddiye almadım. Ondan sonra
da gerçekten aşkı anlatmak istedim. Yani dünya bir aşk olsa nasıl olabilir? Ve
yaratana âşık olsak ve yaratana aşk olsak, nasıl olabilir? Bunu son derece sade
sözlerle ve saf bir şekilde anlatmak istedim. Bu Yunanca bir eser aslında ve
ben bu esere takıldım. Yine aynı şekilde gittim bahçeye, kâğıdı kalemi aldım,
sözleri yazdım kalktım. Sonra halama, ‘o zaman yeni bir şarkı koyalım’ dedim ve
bu “Nefesim Senle”yi çalıştım. Sonra halam dedi ki, ‘sen benim söylediğim “O
Günler” şarkısını çok güzel söylersin, bunu da koyalım’. ‘Hayır halacım
koymayalım’ dedim, ‘hayır konacak’ dedi. (Gülüyoruz) Onu da koyduk ve hiç
aklımda olmayan bir şekilde “Nefesim Senle” albümü çıktı. Yeni ve eskinin
harmanlandığı bir albüm oldu.
G.G. İlk klip de bu şarkıya geldi…
S.B. Klibim çok güzel oldu. Cem Hamdi
Kaya’yla buluştuk. Onunla Instagram aracılığıyla tanıştık. Menajerim ve sosyal
medya yöneticim Özge Şengül önerdi. Çalışmalarına baktım ve ruhu çok hoşuma
gitti. Sonra buluştuk ve Eylül ayında Ağva’da 8-9 kişilik ekiple günün nasıl
geçtiğini anlamadığımız muhteşem bir klip çekimi yaptık. Öğlen yemek yemeyi
unuttuk. Sonra, gelinliğimi giydim klipte (şaşırıyorum, açıklıyor) Beyaz bir
kıyafet bulamıyordum, orda aklıma geldi ve denediğimde hala içine girebildiğimi
görünce onu giymek istedim. (Aslında albümün de mantığına uymuş, geçmiş ve
bugünü harmanladığı için gelinliği kullanmak da bir nevi tematik olarak uymuş,
diye yorumluyorum, bu fikri çok seviyor ve onaylıyor) Sen söyleyince giydiğim
her kıyafet bir anı ve üzerine yeni bir şey ekleyerek kullandım, bir tane
giydiğim kıyafet de yeni. Geçmişle bugünü harmanlamışım farkında olmadan.
G.G. “Nereye Gidiyorsun?” şarkısına da
klip gelecek mi tekrar?
S.B. Armagedon Türk, Orkun Tunç ile
çektik. Onunla buluşmamız da çok ilginç oldu. Ben bu albümde bir niyet koydum
ve niyetime uygun insanlarla bir anda buluştuk. PR için görüşme yaparken
İstanbul’da Ada Stüdyosu’nda kayıt yaptığım yerde Orkun’dan bahsettiler ve
aradım, anlaştık. Sonra görüştüğüm kişiler akşam eve gidiyorlar ayrı ayrı,
meğer onlar sevgiliymiş. Yine aşk yani. Remix de çok içime sinen bir çalışma
oldu. Ankara’da Siyah Beyaz Sanat Galerisi bize sponsor oldu ve orada sergisi
bulunan İtalyan sanatçı kullanmamıza izin verdi ve klibimizi çektik. Her şey
hazır bir, bir buçuk ay sonra inşallah yayına girecek.
Ankaralı kişilerle çalıştım
aslında tüm albümü çıkarırken. Tüm hazırlığımızı da Ankara’da yaptık.
G.G. Halanız Selda Bağcan, kız
kardeşiniz Serenad Bağcan, babanız Savaş Bağcan, Amcanız Sezer Bağcan… Yeni
albümünüzde özellikle herkesin bir katkısı olmuş. Bu süreçler nasıl ilerliyor
müzik hayatınızda. Yeni bir projeye başlarken talep mi götürüyorsunuz, yoksa onlardan
mı talep geliyor, nasıl bir ortaklık oluyor?
S.B. Amcalarım, Sezer Bağcan,
Serter Bağcan, halam Selda Bağcan, babam Savaş Bağcan… Şimdi Gökçen’cim bunlar
çok leb-i derya insanlar, çok başka kafalar. Onların her zaman eserleri var,
her zaman yaratıyorlar aslında. Biz o yaratımların içinden seçiyoruz. Mesela
kardeşim Serenad şimdi albüm yapıyor ve babamın yıllar önce yaptığı
şarkılarından seçerek seslendiriyor. Ama mesela Sezer Amcam da istediğimiz
zaman bizim için beste yapıyor, yani karışık oluyor. Kendi besteleri var, bize
isteyince bize de yapıyorlar, biz kendimiz de yapıyoruz. (Çok ekonomikmiş diye
gülüyorum, onaylıyor.) Yunanca parçanın telif hakkını alırken ne kadar ekonomik
olduğunu anladım. (Gülüyoruz yine)
G.G. Ailenin ortak yanı müzik olsa da her birinizin farklı bir tarzı var. Selda Bağcan daha çok Türk Halk Müziği ve Anadolu Rock, kardeşiniz Serenad Bağcan daha çok batı müziği, Seda Bağcan ise Mantra müziğin ülkemizdeki temsilcisi ve siz de daha çok pop alanındasınız. Bu yönlenme, bu çeşitlilik nasıl oldu?
S.B. İlk albümü büyüklerimden
sonra çıkaran benim aslında. Serenad’ın hikayesi de değişiktir. Devlet Çok
Sesli Korosu sanatçısıydı ve bir gün Nazım Hikmet Oratoryosu’nda solistin geç
kalmasıyla şef diyor ki, bizden birisi var gelsin söylesin. Fazıl (Say) da
dinliyor ve çok beğeniyor. Ondan sonra ‘Metin Altıok için bir eser var
seslendirir misin?’ diyor, Serenad gidiyor ve eseri seslendirirken, Fazıl ‘neden
biz bir albüm yapmıyoruz?’ diyor ve böylece albüm yapıyorlar. Çok hızlı
gelişti. Seda da Almanya’da yaşıyordu ve yogayla ilgili çalışmalar yaparken
mantralarla karşılaşıyor ve onu çok etkiliyor. Sonra bu mantraları bizim
melodilerimize uygun nasıl yapabilirim derken bu albümü çıkarmaya karar
veriyor. Seda bu albümü çıkarmaya karar verdiği zaman –bu arada Türkiye’nin ilk
mantra müzikçisi- biz aile olarak çok dalga geçtik. Bizim ailenin de böyle bir
tarafı var. Geçen halam da söyledi, ‘size laf geçiremiyorum, burnunuzun dikine
gidiyorsunuz’ diye. Öyleyiz gerçekten. Albümünü çıkardı ve geçen sene Grammy
Müzik Ödülleri’ne New Age tarzında aday adayı oldu. Gitarro şirketiyle
çalışıyor ve onlar Seda’yı önerdiler. (Böyle konuların gündeme fazla gelememiş
olması ne kadar üzücü bir durum ülkemizde diyorum, katılıyor) Buradan da hayat
bizi bir şekilde başka başka yönlere götürdü. Ama şu var, biz iki senedir arada
konserler veriyoruz ve acayip bir şey çıkıyor bizden. (Mesut Yar’ın programına
katıldıklarında dinlediğimi ve ne kadar uyumlu olduklarını düşündüğümü
söylüyorum) Gökkuşağı gibi hepimizden bir şeyler çıktı. Bakalım, halamla da bir
şeyler yapabiliriz, sürprizli projelerimiz de var. Önümüzdeki sene Serenad’ın
albümün çıkmasını bekliyoruz.
G.G. Gökçen Gökyer Blog takipçilerine
iletmemi istediğiniz mesajınız var mı?
S.B. Hayatı aşkla yaşıyorlar mı?
Hayatları doyumlu mu? Ve hayat onlar için anlamlı mı? Bu soruları sormalarını
isterim kendilerine. Eğer bunları hayatlarında hissetmiyorlarsa, bunun için bir
çaba göstermelerini isterim. Böyle bir şey demek geldi içimden. Gökçen’i de
takip edin büyülü bir kadın, derim. (Utanarak teşekkür ediyorum, üsteliyor.)
Bunu gerçekten söylüyorum, çok ince noktaları görünmeyen noktaları alanın
okuyor ve gösteriyor. Çok güzeldi gerçekten, teşekkür ediyorum.
Sevgili Sonat Bağcan'a tekrar çok teşekkür ediyor, röportajımızı söz verdiğim üzere yepyeni albümü "Nefesim Senle"nin aynı zamanda ismini aldığı parçası ile noktalıyorum.
Çok Sevgiler!
Çok Sevgiler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder