Şatolar Bölgesi Transilvanya! @BALKANLAR

"Balkanlar" klasörünün "Romanya ve Bulgaristan" serisine abstract yazısından sonra, beni en çok heyecanlandıran ve seyahate çıkış sebebim olan bölüm ile başlıyorum: Transilvanya.!


Twilight’ı video klipmişçesine izleyen bir kişilik olarak, "vampir" kelimesi benim lügatımda oldukça farklı anlamlar taşıyor ne yalan söyleyeyim. =) Bu sebeble, Drakula Şatosu’na gidecek olma fikri nin bende Kazıklı Voyvoda gerçeğinin bir hayli dışında bir algı yarattığı doğrudur.

Romanya’nın ilk kralı Carol I adına inşa edilen ve ailesiyle yaşamını sürdürmüş olduğu Sinai'deki şatosu Avrupa’da hiç görmediğim bir yapı ve doğaya sahip olması anlamında bende çok farklı heyecanlar yaşattı açıkçası.

Araca kapalı olduğu için yürüyerek kattettiğimiz şatoya giden parkur, dev ağaçlarla çevrili, ırmağa paralel olarak yükselmiş haliyle, bir önceki Bükreş gecesiyle başladığım masal dünyasına devam etmemi sağladı. Burası inanılmazdı!


Batum’daki dünyanın ikinci büyük botanik parkında bile bu kadar hayran kalmadığım bir havaya sahip öncelikle. Maksimize olmuş oksijene bir de mentol katılmış adeta. Nefes alırken olips yiyormuş hissini mütemadiyan hissettirdi. Atmosferi o kadar güzel olduğu için de yorucu zemin döşemesi ve bitmek bilmeyen yokuşu sesinizi çıkarmadan çıkıyorsunuz ormanın seyrine dalarak...

Az biraz şikayetiniz olduysa da bu kısmı dönüşe saklıyorsunuz, zira tepe noktasına varmak üzereyken, o büyüleyici masal dünyasından fırlamış şatonun görüntüsü karşınıza çıkıveriyor bir anda.


Bahçesinden incelemeye başladığınız heykelleri, mimarisini, işçiliğini, peyzajını içeri girdikten sonra unutuyorsunuz, çünkü içeride bambaşka bir ambians altın varaklı, şövalyeli, zırhlı dekorları, başka başka salonları ve mimarisi ile karşılıyor sizi.





İçeride Osmanlı’dan gelen hediyelerle oluşturulmuş şark köşelerini ve diğer gelen hediyeleri gördüğünüzde, Carol I’in zamanında sevilen biri olduğunu da anlamış oluyorsunuz.


Üstelik, filmlerde, masallarda gördüğünüz o gizli geçitler, kitaplığın içinde bulunan gizli kol çekildiğinde açılan kapıların da aslında hep gerçeklerden esinlenildiğine şahit oluyorsunuz.


Buradan çıktıktan sonra bir diğer durağımız olan Drakula Şato’suna doğru ilerlerken efsanenin aslını dinliyoruz yeniden. Kazıklı Voyvoda’nın işkenceleri sevmesi, kan vahşeti iştahı kabararak izlemesi ile o dönemde yazılan Drakula kitabındaki karaktere pek yakın bulunuyor ve "Dragon’un oğlu" anlamına gelen "Drakula" ismi kendisine yakışırtılıyor. Daha sonra turistlerin de ilgisini çekmesi üzerine, aslı Bran olan Kazıklı Voyvoda’nın şatosu da Drakula adını alıyor kültürel mirasta.

Bu şatoyu çok daha fazla merak ederek gitmiş olsam da, mimarisinin ve dekorasyonunun sadeliği bir önceki şatonun yarattığı büyüyü geçemiyor. Yine de avlusu ile dar ve karanlık merdivenleri sizi yer yer o günlere flahback yaptırmaya yetiyor.


 

Şatodan çıktıktan sonra girişinde kurulmuş yerel yiyecek ve el işleri sergilerini mutlaka ziyaret edin ve ev yapımı tütsülenmiş peynirlerini mutlaka tadın ve hatta şarabınıza eşlik olması adına yanınıza da bir miktar alın!


Yakında Bükreş ve gecesi..



0 comments:

Yorum Gönder

More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı