3 Farklı Şerbet Tarifi: Reyhan, Lavanta, Çilek @GOKCHEN'in SPESİYALİ


Ramazan zamanı keşfettiğim bir şerbet tarifi üzerine yapmaya başladığım ve üzerine yorumumu katarak "Gokchen'in Spesiyali" tatlar geliştirdiğim için bu köşede yerini almak için anlam kazandı. 

Reyhan şerbetini internet üzerinden bulabilirsiniz zaten ama ben kendi göz kararı ölçülerimle ve yorumumla yaptığım için önce onunla başlayayım. 

Yaz aylarında sürekli soğuk bir şeyler içme eğiliminde olanlar için, yoğun şekerli hazır içeceklere çok ideal bir alternatif. 

Malzemeler zaten çok basit.  

En temel şey: sıcak su, şeker ve limon tuzu. Gerisi hep size kalmış.

Reyhan Şerbeti





Malzemeler

1 lt kaynamış su
4-5 kaşık toz şeker
Bir tutam (3-4 parça) limon tuzu
Reyhan

Hazırlanışı

Kaynamış suyu plastik olmayacak bir sürahi, tencere vb kaba doldurun. İçine şekeri ilave ederek eritin. Yıkanmış reyhanı bir tutam olarak (tüm demeti kullanmıyorum ancak daha yoğun bir tat için tüm demeti de koyabilirsiniz.) kaba koyarak limon tuzunu ilave edin. Biraz karıştırdığınızda tüm rengin suya geçmeye başladığını göreceksiniz. 10-15 dk kadar bu şekilde bekletin, daha sonra reyhanları içinden alın. Bu acılık vermesini önleyecektir. Ben ayrıca en son kurutulmuş gül ekledim. Reyhana çok yakıştı.

Püf nokta: Aroma verecek malzemeyi kaynatmadan yalnızca kaynamış suya bırakın.
Bu temel tarif için benim diğer geliştirdiklerim:

Lavanta Şerbeti


Malzemeler

1 lt kaynamış su
4-5 kaşık toz şeker
Bir tutam (3-4 parça) limon tuzu
Bir tutam (6-7 sap) lavanta / mor salkım


Hazırlanışı


Su, şeker ve limon tuzu, üst tarifle aynı olacak şekilde hazırlayın, reyhan yerine lavanta ilave edin. Ben rengini artırması için küçük bir tutam da mor salkım ekledim. Böylelikle rengi daha hoş oldu.





Çilek ve Gül Şerbeti


Malzemeler

1 lt kaynamış su
4-5 kaşık toz şeker
Bir tutam (3-4 parça) limon tuzu
Taze çilek (8-10 adet)
Kurutulmuş gonca gül (5-6 adet)

Hazırlanışı


Su, şeker ve limon tuzu yine aynı olacak şekilde bazı hazırlayın, karışımın içine irice doğradığınız çilekleri ilave edin. Rengini tam olarak saldıktan sonra çilekleri ister alın, ister içerisinde dekoratif bırakın ve halen ılıkken üzerine gülleri bırakın. Kokusunu suya geçirecektir.






Hepsini mutlaka soğuk servis yapın.
Afiyet olsun!


Karadeniz Gezi Rehberi

Karadeniz'de 6 Günde Görülebilecekler Listesi postundan sonra sıra geldi detaylara. 
İlk bölüm çok kısa geldiyse, bu kısım biraz (!) uzun gelebilir, baştan uyarması. 
Bence kahvenize birkaç gün boyunca da eşlik edebilir bu post, tam mola verildiğinde içinizi açacak oldukça görsel bulacaksınız zira.

Keyifli okumalar şimdiden!

Mahperi Hatun Kervansarayı, Tokat

Maps üzerinden Perşembe Yaylası'na yol tarifi aldığımızda Tokat'ta en merak ettiğim yer olan Mahperi Hatun Kervansarayı'nın önünden geçtiğimizi fark etmemiz çok güzel bir tesadüf oldu benim için. 

Tokat'ın Pazar ilçesinde bulunan Kervansaray, İpek Yolu üzerinde, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat'ın karısı Mahperi Hatun tarafından 1237 yılında yapılmış. 2007 yılında da bugünkü halini almış.

İçerisinde yapılacak çok bir aktivite yok. Küçük bir avlusu olan yapı, restoran ve kafe olarak işletiliyor. Bu yüzden küçük bir mola vermek için ideal.





Perşembe Yaylası, Ordu 

Buranın görsellerini Ordu'yu araştırırken gördüğümde, rotayı buranın üzerinden çizmeye emin oldum. 



Ordu'nun Aybastı ilçesine 17 km mesafede bulunan Perşembe Yaylası'nı ben yeni keşfetsem de devletin gözünden kaçmamış. 😄 1991 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile Turizm Merkezi ilan edilmiş ve dünya mirası olarak korunması adına tescil işlemleri devam etmekteymiş.

Rakımı 1500 m olduğunu oraya ulaşmaya çalışırken ve en çok da buradan ayrılırken fark ediyorsunuz! Gerçekten gerek virajlı yolları, gerek karlı tepeleri olsun, oldukça ilginç bir rota. 


Burada yetişen hayvanların et aroması epey methedilse de, biz yolumuzun daha olmasından dolayı yalnızca göl kenarında hızlı bir piknik tercih ettik.





Bunun dışında safari ve yamaç paraşütü de yapılabilmekteymiş ve Karga Tepesi, Kümbetler, ve Çiseli Şelalesi görülebilecek diğer yerlermiş.

Biz daha yolumuz olduğu için en çok merak ettiğimiz mendereslere ve piknik için göl kenarına zaman ayırdık.

Not: Perşembe Yaylası'ndan Ordu'ya Aybastı üzerinden devam etmek isterseniz, bahsettiğim en çetrefilli güzergahtan geçmeniz gerekmekte. Oldukça dik köylerin daracık, kimi zaman toprak yollarında, yandaki uçuruma bakmadan ve arabanıza zarar vermeden ve de gün batmadan geçmek isteyeceğiniz zorlu bir parkur sizi bekliyor. "Zorlu" dediğim bir şehirli için. Buranın yaşayanı gerçekten aklımın almadığı hızda ve rahatlıkta yol alabiliyor. Siz buna göre kararınızı verin.

Ordu



Yayladan indikten sonra Fatsa üzerinden bağlandığınız karayolu, tüm tatil boyunca şükretme sebebiniz olacak. Zira, Samsun'dan Rize'ye kadar (muhtemelen Artvin'i de kapsıyor) tüm sahil şeridi üzerinden devam eden duble asfalt yol bulunmakta.



Asfalt yolun Ordu merkezinden geçtiği noktada denize bakan The Wyspy Hotel, konaklamak isteyenler için önerebilirim. Önü uzuun Karadeniz Sahili'ne bakan, arkası da Ordu'nun merkezindeki büyük çarşılarına bağlanan ve iç dekoru da yeni nesil düzenlenmiş temiz bir otel.

 





 



Böylece hem yorgun otele vardığınızda yemek için şehre inmek isterseniz ve hem denizin hem de şehrin akşam ayrı sabah ayrı tadını alabilmek isterseniz ideal oluyor.

Şehri ortalayarak yükselen teleferik, vardığı noktası Boztepe ile en methedilen yerlerinden. Ancak biz yükseklere bir süre çıkmak istemedik açıkçası. 😄

Bunun yerine ya da yanı sıra, uzun ve birbirine bağlanan pasajlarında güncel yaşamı deneyimleyebilir, yöresel lezzet avcılığı yapabilir, sahilde uzun yürüyüşler yapabilirsiniz.

Bu arada, Ordu beni gerçekten şaşırttı. Hem (gördüğüm sahil bölümü kadarıyla) düzenli, hem güvenli, hem de yaşayan bir şehir. Sahil boyunca gece-gündüz sürekli kendi halinde insanlar görebilirsiniz.  















Bunun dışında, bu gezinin en sevdiğim yanlarından biri olan, Canım Atatürk'e dair buram buram izler bulabildiğimiz yerlerden birinin de Ordu'da olduğu Paşaoğlu Konağı'nı gezebilirsiniz. 



Konak, 1896 yılında yaptırılmış. Taşları Ünye'den, ahşapları Romanya'dan getirilmiş, İstanbullu bir usta tarafından inşa edilmiş. Sivil mimariye örnek olan konak üç katlı konak, 1987 yılında "Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi" olarak hizmete alınmış ve zemin katı idareye ayrılmış. Birinci katında etnografik eserler, ikinci katında ise 19. yy izlerini taşıyan odalar bulunmakta. Atatürk'ün burayı ziyaret ettiğinde oturduğu koltuğu görebilir, buradan geçtiği bilgisiyle konağı sonrasında bir de bu gözle yeniden inceleyebilirsiniz. Konaktan ayrılmadan önce bahçesine de göz atarak geçmişin izlerini görebilirsiniz.

Ülkenin sivil mimari örneklerinden biri olan konağa giriş ücretsiz ve konak hafta içi her gün 08.00-17.00 saatleri arasında ziyarete açık.








Uzuun ve halkı kucaklayan sahilinden bahsetmiş miydim?





Vakfıkebir

Şu meşhur Trabzon ekmeği dedikleri ekmeğin aslı "Vakfıkebir Ekmeği"ymiş. Oldukça büyük, ekşi mayadan yapılan bu ekmeği istediğiniz kadar kestirerek alabilmeniz mümkün.


Ekmek avcılığı yapmayı sevdiğimiz için ve hazır Ordu-Trabzon karayolunda yol üstü olduğu için biz hem giderken hem de dönerken stokladık.



Akçaabat

Yine yol üzerinde bulunan ve yemek molası vermek için ideal bir nokta. Meşhur Akçaabat köftesini denemek için gidiş güzergahında ilçenin içlerine doğru biraz karışarak daha lokal restoran aradık. Meşhur İsmail Usta'da karar kıldık. Köftesi için yorum yapmayacağım ancak bir diğer meşhur lezzet olan Hamsiköy sütlacını orjinal yerinden getirilmiş haliyle ve oldukça uygun fiyatla burada yemek mümkün. Sümela Manastırı kapalı olduğu için bu rotaya ve haliyle tatlıcıya da gidemeyeceğimiz için lezzeti yol üstü avlamak şahane oldu.




Dönüşte de yine salaş bir yer aramak üzere ilçenin biraz daha çıkışında hemen deniz kenarında bulduğumuz bir restoranın aslında yine çok meşhur olduğunu tesadüfen iç duvarlarında asılı ünlü ve siyasi isimlerin fotoğraflarıyla öğrendik. Köfte ve sütlaç ikilisini burada da bulabilirsiniz. Sütlaç için bir önceki yer, köfte içinse burası tercihim.




Trabzon

Trabzon'un merkezi, açıkçası beni çok fazla heyecanlandırmadı. Biraz Kocaeli'nin sanayileşmiş köhneliği var üzerinde. Upuzun sahil şeridinden halk nasiplenmemiş. Yapılaşmalar düzensiz, Karadeniz olmakla alakalı en ufak bir belirti göstermiyorlar.

Şehrin merkezinde yine de bulunmak isterseniz uzun çarşılar arasında dolaşabilirsiniz, içlerinde merak etsem de restorasyonda olduğu için göremediğim Kostaki Konağı da denen Trabzon Müzesi çarşı içinde. 

Milli Mücadele zamanında karagah binası olarak kullanılmış ve Atatürk, eşi ile konağa yerleşmeden önce içi yeniden düzenlenmiş. Ülkenin sivil mimari örneklerinden bir diğeri olarak okumuştum ancak gözlemleyemedim bahsettiğim gibi.


















Trabzon'da bizi en heyecanlandıran şey tabi ki Atatürk Köşkü oldu. Şehir içinde ancak ticari merkezde değil. Bunun için virajlı dik yolları bir süre tırmanmanız gerekse de gittiğinize değecek. Tarih ve anılar hala içerisinde tazeliğini koruduğu için gerçek anlamda Atatürk'ün evine ziyarete gitmişsiniz hissi veriyor. Atatürk'ün şahsi eşyaları da yerlerinde.










En son şehrin kenarından geçerken de uğrayabileceğiniz hemen denize bakan yamaca konumlanmış Ayasofya Kilisesi'ni ziyaret edebilirsiniz. Kilise iç duvar ve tavanlarında bulunan freskler silinmeye yüz tutmuşsa da hala görebilmektesiniz. Bahçesinden ise Karadeniz'i panoramik izleyebilirsiniz. Vakti olanlar için buradaki çay bahçesinde kahvaltı etmek popülermiş, bilginiz olsun.






Sümela Manastırı bahsettiğimm gibi hala restorasyondan çıkmadığı için rotada burayı atladık. Müzeyi aradığımda açılış tarihi olarak internette yer alan mayıs ayından da ileriki tarihe (belirsiz bir tarih) ertelendiğini öğrendik. Yakın zamanda gitmek isteyenler için ek bilgi olsun.

Uzungöl de Sümela gibi Trabzon merkezden yaklaşık 1 saat mesafede. Giderken epey heyecanlansam ve yolun çevresindeki doğadan etkilensem de, oraya vardığımda yaşadığım hüsran büyük oldu. Şöyle ki, o eski takvim yapraklarında gördüğümüz manzara, yeni çarpık yapılaşmaların öyle altında kalmış ki, sorunlu yerlere takılmaktan tadını alamıyorsunuz. Gölün çevresinde poligondan eğlence parkına ve tüm çevrede çirkin tabelalı otellere kadar ne ararsanız var. 

Bu arada tepeden görünen meşhur açıyı yakalamak isterseniz, dağa doğru dar ve yer yer toprak olan dik yollardan 5-10 dakika kadar araçla tırmanmanız gerekmekte. Çıktığınız noktada bulunan seyir terası aslında bir işletme. O meşhur çaylı ve kuymaklı fotoğrafları buradan çekebilirsiniz. 

Bu arada turistik yerlerde pek lezzet beklentim olmaz ancak burada yediğim kuymağı gerçekten çok sevdim. Giderseniz denemenizi öneririm.





















Rize

Artvin'e kadar gitmediğimiz için orasını varsaymadan diyebilirim ki, Karadeniz'in Karadeniz olduğu asıl yer burası. 

Ama merkezi değil tabi.

Yaylaları ve köyleri.

Biz Rize'de iki farklı yerde konakladık. Birisi henüz Rize merkeze gelmeden çay bahçelerine tırmanarak varacağınız Kaf Dağı Hotel. (Bu arada, bu otele Trabzon tarafından geliyorsanız maps üzerinden değil, otele sorarak öğreneceğiniz sapaktan gidin. Zira, katedeceğiniz parkur biraz daha gereksizce zorlayabilir.)

Eski bir konak görüntüsü olsa da otel olarak yeni inşa edilmiş bu yapıda Karadeniz'de olduğunuzu daha keyifle hissedebilirsiniz. Zaten şahane deniz manzarasına bakıyor olan konumun tüm çevresi de çay bahçesi olunca manzara epey etkiliyor. Yani akşam üzeri otelinize yerleştikten sonra buraların keyfini çıkararak günü yaya olarak bu civarda rahatlıkla tamamlayabilirsiniz.




























Günü yine konakta denize karşı temiz havayla başlattıktan sonra yola düşerek önce yolunuzun üzerindeki (Artvin yönünde ilerlemek kaydıyla) Rize Kalesi'ne uğrayabilirsiniz. Aslında bu kalenin tarihten kalan ve görmeye değer çok fazla bir bölümü kalmamış, hatta görülebilir alanı çay bahçesi olarak işletmeye açılmış durumda. Ancak hafif şehirden içlere ilerleyerek merkeze dair izlenim edinmek ve yukarıdan şehri ve Karadeniz'i izlemek isterseniz uğramak iyi bir fikir olabilir. Zaten fazla vaktinizi almayacaktır.












Daha sonrasındaysa yola devam ederek bana göre Karadeniz'in "en Karadeniz" olduğunun hissini yaşatan Çamlıhemşin ve yaylalar turuna geçebilirsiniz.

Biz Zilkale'deki otelimize geçmeden önce ulaşımın çok rahat olduğunu öğrendiğimiz Ayder Yaylası'na geçtik. Bu arada Pokut Yaylası ve benzeri yaylalara giden yolun hala erimeye devam eden karlardan dolayı kapalı olabileceği söylendi. Bu yüzden bu kısmı programdan çıkardık. Ancak biz suv araçla gittiğimiz için bu tarz araçlarla gayet rahat çıkılabileceği söylendi. 4 çeker araç olmadan çıkılmaması yönündeki bilgilendirmelere siz de çok rastladıysanız aklınızda olsun.

Ayder Yaylası güzergahı, çılgınca çağlayan Fırtına Deresi ve üzerinde yer yer konumlanmış tarihi köprüleriyle gerçekten insanın ruhuna inanılmaz iyi gelen bir rota. Ta ki Ayder Yaylası'na ulaşana dek. Sabah yol durumunu sorduğumuz Otel sahibinin "siz de gidin ve nefret edin oradan" derken ne demek istediğini gittiğimizde anladık. 

Evet, insan çok fazla, fazla bakir bir durumu ve organik görüntüsü kalmamış. Ancak beni en rahatsız eden detay, sayısı halen artmakta olan otellerin dokuyu bozar cephe düzenlemeleriyle, çok sayıda yapılması ve tamamen gelişigüzel kalitesiz levhalarla tabelaların olur olmadık her yere asılmış olması.

Tam olarak çevreye bakarken hissettiğim "şu tabelalar ve görüntüyü bozan oteller olmadan acaba nasıllardı" duygusuydu.



















Yaylada elimizde olmadan oturmak ve manzarayı izlemek için seçtiğimiz nokta, yaylanın karşısında bulunan dev çam ormanlarıyla kaplı dağ ve üzerinde eriyen karların oluşturduğu şelalelerdi ve özellikle yaylayı arkamızda bırakarak bu el değmemiş kısma odaklanmaktı.

Burada en sevdiğim 3 şey;

1. Çeşmelerden akan bana göre dünyanın en lezzetli suları (akşam kalacağımız Zilkale'de bulunan çeşmenin suyu ile birlikte)
2. Manzaralara karşı kurulmuş dev salıncaklar
3. Adını not etmeyi unuttuğum bahsettiğim dağa bakan yamaçta konumlanan bir ahşap mekanda yediğimiz sebzeli alabalık! (Bu arada en az tercih ettiğim balık olan alabalığı bence burada denemelisiniz. Zira derenin berrak sularında yetiştikleri ve taze oldukları için lezzetleri harika.)




















Buradaki turdan sonra yeniden Çamlıhemşin sapağına dönerek bu sefer Zilkale Köyü'ne ilerlediğimizde halen gün sonuna yeterli vakit vardı. Çok koşuşturmaya gerek olmadan bu yakın rotaları birlikte tamamlayabilirsiniz. Zilkale Kalesi'ne ise bence mutlaka uğranmalı. O uçsuz bucaksız dağ manzarasını en zirve noktasından izleyebilir, yüzlerce metre aşağınızda akan Fırtına Deresi'ne bakarken başınız dönebilir ve bu sağlam kalenin mühendisliğine hayran kalabilirsiniz.


























Giriş ücreti oldukça düşük olan (Mayıs 2019 fiyatı 3 TL) kaleyi de gördükten sonra biz otelimize geçmek için yolumuza devam ettik. Çevrede artık kimsenin kalmamış olacağını düşündüğünüz güzergahlardan ilerledikten sonra nihayet çağlayan dereye paralel ilerleyen asfalt yolun hemen kenarına konumlanmış Zillkale Otel sizi karşılıyor.

Dalga, yağmur, okyanus, fırtına, martı sesleri gibi birçok doğa sesi ile uykuya dalmış ve uykudan uyanmışlığım var, ancak çağlayan derenin sesi bir başkaymış. Ne demek istediğimi buraya gelirseniz siz de anlayacaksınız. Oteli işleten Zilkale'nin yerlisi olan sıcakkanlı ailenin babası aynı zamanda köyün muhtarlık görevini üstlenmiş durumda. Giriş katında işlettikleri restoran kısmında yerel lezzetleri deneyebilirsiniz. 

Buranın birkaç kilometre ilerisinde bulunan koruma altına alınmış endemik bambu ormanlarını da gelmişken görebilirsiniz.

Bu arada buraya gelmişken yolun hemen karşısındaki o çeşmeden su içmeden hatta yanınıza birkaç şişe stoklamadan asla dönmeyin. Lezzeti inanılmaz.





















Yaylalar programdan çıkınca biz ertesi günü tekrar yollara düştük. Bu sefer içinden geçtiğimiz Çamlıhemşin Köyü'nde köprülerden en meşhuru olan Şenyuva Köprüsü'nün hemen yanında bulunan kafelerin önünde durduk. Daha önce Billur Saatçi'nin Karadeniz Vlog'undan görerek çok merak ettiğim Zua Coffee'yi de şans eseri bulduğumuzda gezimizin belki de en keyifli anlarından birini yaşamış olduk. Şöyle bir ambians hayal edin, sabahın erken saatleri, hava hafif puslu ama ılık, yanda çağlayan Fırtına Deresi'nin sesi fonda, elinizde lezzetli filtre kahve ve karşınızda tarihi Şenyuva Köprüsü!

Bu mahmurluğun keyfini bence yaşamadan geçmeyin. Ve hatta eğer mevsimini yakalamışsanız Zua Coffee'nin yörede meşhur olduğunu onlardan öğrendiğim kokulu üzümden yaptıkları üzüm suyunu mutlaka deneyin. Tadı hala damağımızda. O.O









Samsun

Samsun için çok fazla anlatacak yer bilgim oluşamadı ancak bence Samsun'a gitmek için çok güzel bir sebep var: Bandırma Vapuru. Gerçeğinin replikası olan vapur, denizin hemen kıyısında müze olarak hizmet veriyor. Tarihi ve yaşanmış mücadelelerin kıymetini en iyi hissettiren şey bence tarihin yaşandığı o yerlerde bizzat bulunmak. 

Özellikle tarihteki öneminin 100. yılında ziyaret edebilmek, bizim açımızdan çok daha manidar oldu. 

















Samsun merkezindeki bedestenin Amasya'ya doğru devam eden karayolunu ise, Atatürk'ün üstü açık aracıyla genel yayınlamak için takip ettiği rota olarak tabelalarla "Kurtuluş Yolu" olarak işlemeleri ve tam olarak vapurdaki hisleri atlatamamışken güzergahımızın buradan geçmesi, yine geçmişte yolculuk yaşamamızı sağladı.






Konaklamak için son dakika programı olarak şehrin hemen girişinde denize nazır Damla Panaroma diye bir otel seçtik. Denize yakın ve sakin bir ortam olması geceyi geçirmek için ideal denilebilir.














Çorum

Özellikle Samsun'dan Ankara'ya dönüyorsanız, Çorum'un merkezine uğramaya bence değer. En azından tek seferlik. Merkezi hızlı turladıktan sonra, yapıldığı tarih belli olmasa da 14. yy civarında inşa edildiği düşünülen tarihi Murad-ı Rabi Ulu Camii'yi ve hemen yakınında bulunan tarihi Saat Kulesi'ni (Sultan II. Abdülhamit'in muhafız birliği komutanının Çorumlu hemşehrilerine hediyesiymiş) inceleyebilir, merkeze gelmişken sıcak leblebi alabilirsiniz. 







Bu arada, Çorum'un meşhur lezzetlerinden biri olduğunu öğrendiğimiz İskilip Dolması'nı denemek için yine merkezde bulunan ve koruma altına alınarak restoran olarak işletilen Katipler Konağı'nda denemenizi tavsiye ederim. Yanında getirdikleri sirkeli cacık ve kendi tandır ekmekleri ile oldukça lezzetli. Ayrıca yine yöresel lezzet olduğunu öğrendiğimiz "higal" dedikleri mantı da bence denemeye değer. Gürcü mantısını bilen varsa adı da tadı da epey benzer diyebilirim. Yanında ayrıca getirilen yoğun süzme yoğurda batırarak afiyetle yiyebilirsiniz.

Fiyat olarak Ankara restoranda günlük gittiğiniz kebap fiyatlarından çok farklı değil. (Kızılay, Ulus dışındaki yerlerin fiyatları için.)

Otantik ortamında yemeğinizi de yedikten sonra artık dönüş güzergahınızı tamamlayabilirsiniz. Vaktiniz çoksa ana güzergahtan 40-50 km içlere girmenizi gerektirecek Hattuşaş gibi arkeolojik alanlara da uğrayabilirsiniz. Biz bu kısmı ayrı bir güzergaha sakladık.







Şehir merkezinde görülebilecek bir diğer nokta da (kısa bir gezi olduğu için müzeleri saymıyorum) Çorum Kalesi. Evliya Çelebi, buranın 16. yy'da Selçuklular tarafından yapıldığını söylemiş. Merkezin hemen hemen içinde olan kale, yaşam alanlarıyla iç içe ancak biz araçla çevresini turlayacak kadar vakit ayırabildiğimiz için çevrenin tekinliğini bilemiyorum. Siz önden bir araştırma yapabilirsiniz. 





Evet, geldik Karadeniz yazısının sonuna.

Tüm içeriği tek posta sığdırmak ne derece makul oldu bilemiyorum ama umarım keyif almışsınızdır ve az da olsa gezi programınız için ilham vermiştir.

Sevgiler!






More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı