Pencereden Dışarsı, Neresi Burası?

Yeni bir şehirde, bir ülkede olduğunuzu en çok ne zaman farkedersiniz?.. Geçen, takip ettiğim bir blogger New York'taki evinin fotoğraflarını koymuş. Evin fotoğraflarına bakarken bir anda dışardan şehrin göründüğü bir fotoğrafa denk geldim. O zaman evin yerini hatırladım, kafanızı dışarı uzattığınızda bulunduğunuz yer Amerika ve yaşadığınız ev gökdelenlerin içinde bir daire... İnsan evin içindeyken bambaşka bir dünya kuruyor kendine, yaşadığın yerde olduğunda bulunduğun yer evrenselleşiyor biraz. Evindesin çünkü... Neresi olduğun kısmı mühim olmuyor, bulanıklaşıyor... Ne zaman ki, pencerenin kenarına gittiniz, o zaman koordinatlarınız belirleniyor kafanızda... Gittiğim hiç bir ülke, Türkiye dahil, kaldığım yerin  farkındalığını pencereden dışarı baktığım zamanki kadar vermez bana... O yüzden de, sevdiğim, mutlu olduğum bir yerdeysem gider arada bir pencereden dışarı bakarım ki, bulunduğum yerin tadını daha keyifli çıkarayım...=) Bu yüzdendir ki, çoğu zaman gittiğim ve yaşadığım yerlerin penceresinden fotoğraflar çekmişim -ki bunu az önce farkettim!..

Bilgisayarımda denk geldiğim birkaç kare...

Ankara

Kapadokya, Göreme

Paris, Fransa

Rotenburg, Almanya


Hamburg, Almanya

Venedik, İtalya


Amsterdam, Hollanda

Var mı sizin de böyle takıntılarınız acaba? =)

'In Bruges' @AVRUPA GÜNCESİ


Eğer Bruges'u bilmeyen varsa, bu filmden sonra ya hayran olur, ya da bilsin ki hayran olacaktır... Belçika'ya ait şehir, Orta Çağ'dan bu yana, 2. Dünya Savaşı'nda zarar görmeden kalmayı başararak 'olduğu gibi' UNESCO Dünya Mirasları listesine girmiş. Film de, şehrin güzelliğini konuya ilginç bir şekilde empoze ederek izleyene turistik gezi imkanı sağlıyor.
Ben de, 'madem şehri görmeye gidiyorum ve madem bu film bu kadar -şehirden ötürü- methediliyor, o zaman önce oturup izleyim.' demiştim gitmeden.
Evet, film şehri gezerken ilgimi daha çok çekmesine neden oldu itiraf ediyorum. Şehir tabi ki masallar diyarını aratır cinsten, çok güzel korunmuş, başarılı... Ama Almanya'da Hamburg'a bağlı Stade şehrinde ve Bremen'de benzer dokuları görmüş olmam beni 'vay canına' kısmına getirmedi. İnsan ilk nereyi görür bilirse orayı severmiş. O hesap...

Eylülün başlarında, tren garından çıkıp şehir turumuza başladık... İlk önümüze çıkan Katolik Manastır oldu. Beyaz evlerin bulunduğu bu duvarlarla çevrili geniş alanda Haçlı Seferlerinde ölenlerin dul eşleri ile bekar kadınlar burada yaşar, tekstille uğraşarak para kazanırlarmış. Alanda en çok dikkat etmeniz gereken şey ise sessiz olmak...
Tren Garı

 
Katolik Manastır



Burdan çıkarak ara sokaklara daldık ve leziz görüntüleri olan çikolata ve dantel dükkanlarını geçerek Bruges'da en çok sevdiğim yer olan Markt Meydanı'na geldik ve -filmin vazgeçilmez yeri- Belfort Saat Kulesi'ne vardık. Kulenin olduğu kompleks arka tarafında bir avluya sahip. Kulenin zirve noktasına ulaşmanızı sağlayan merdivenler ise cidden dar... Yine de, gittikçe daralan ve bitmek bilmeyen merdivenler, tepe noktasına ulaştığınızda aklınızdan siliniyor, merak etmeyin;) Görecek olduğunuz şehir manzarası ile masal diyarı bir yerde olduğunuza bir kez daha tanık oluyorsunuz...































Ve şehrin 'görmezseniz olmaz'larından kanallar da görülmeye değer hakikaten... Huzurlu, sakin görüntüsü dinlendirici nitelikte... 



Orayı da gördünüz. Tamamdır. Şimdi meydana dönüp şehrin meşhur beyaz biralarından içme zamanı;) Meydana bakan, keyifli kafelerden dilediğinize oturabilirsiniz. Bana ismi 'Brugse Zot' olan bira tavsiye edildiği için, ben önce o markanın olup olmadığını sorup ona göre yerleştim, hepsinde bulunmuyor dipnot olsun benden;) 


Bruges'un o kadar çok müzesi var ki... Zamanımız olmadığına sevindik diyebilirim, zira insan hangisinden vazgeçeceğine asla karar veremiyor... Biz şehir turumuzu kimi zaman binaların iç kısmından, kimi zaman da kapısının önünden geçerek, dantel ve çikolatalarından biraz biraz alarak tamamladık, bir de ağabeyimin çok sevdiği şövalye heykellerinden bir miktar edinerek...=)
Akşam, hava kararmaya yakın gara geri döndük ve Paris'e gidecek olan trenimize binip yolumuza devam ettik... 


Nice Vizesiz Günlere...

Türkiye'de yaşamak hep bir kuyunun içinde sıkışıp kalmak gibi gelir bana. Hele yurt dışında yaşamaya başladığım zamanlar, bu kuyu daha da derin gelmiştir gözüme... Bir ülkeden diğerine geçmenin bu derece zor olması, uygun bilet bulsak dahi, vize engeline -en azından maddi olarak- takılmak, içimdeki klastrofobi duygusunu tetiklemekte her seferinde. Ne var ki, son zamanlarda içimde tekrar umut belirmeye başladı... Belki daha güzel adımlar da atarız diye...  Türkiye ile Ukrayna arasında yapılan vize muafiyeti anlaşmasının ardından, şimdi de Belarus ve Nijerya ile de ufukta anlaşma görülmüş... Yani, ülkeye vize uygulamayan ülke ve özel idare bölgeleri sayısının 66'ya çıkması beklenmekte... Daha işimiz, yolumuz düşen ülkelere de Allah'ım nasip eder inşallah. Amin.




Ankara'dan Yeni Yıl Esintileri

Yeni yıl demişken yılbaşı süslemelerini es geçmek olmaz tabi=) Yeni yıl zamanlarının güzelliği olarak etrafı ışıl ışıl ve süslemelerin vazgeçilmezi olan yılbaşı ağaçlarını görmüşken bir de fotoğraflayım dedim. İşte Ankara'dan yeni yıl görüntüleri;)

Öncelikle evim=)



Sonra okulum=) odtü...

ve AVM'ler










More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı