Haklıyım Ulan!
Bu yazıyı epeyce uzun zaman önce yazmış, taslak olarak bırakmışım. O kadar zaman geçmiş üstünden ama şöyle bir okuyayım dediğimde de hala tazeliğini koruduğuna karar verdim. Tozlu raftan geri aldım.
--
Yıllardan beri o kadar alttan alırsın, o kadar karşındakiler kırılmasın diye yaşarsın ki, sıkılmışsındır artık haksızlıklar karşısında kollarını bağlayarak arkana yaslanmaktan.
Arkana yaslandığında konu kapanır sanmıştın halbuki çoğu seferinde...
Sen alttan aldığında, o da bir dahakinde anlayışlı olacaktı belki.
Senin ne kadar sabırlı olduğunu fark edecekti.
Örnek alacaktı belki de.
Ya da iş büyümeden, daha büyük kırgınlıklar oluşmadan konu kapanmış olacaktı.
Sen kendi içinde sorunu çözerek tatlı dille daha sonra izah edebilecektin muhtemelen.
Sabrederek cevap vermemen bundan mütevellitti.
Etrafa malzeme, ağızlara sakız olmaktansa, kapalı kapıların ardında kızgınlığını bildirmek daha medeniydi.
-di'ydi kısacası...
-di'li zamanlar, geçmiş zamanlardı.
Ne zamanki hayatın gerçekleriyle baş etmeye başladın, ne zaman ki kötü kalpler tanıdın, düşüncelerin geçmiş zamanla çekimlenmeye başladı.
Öyle değildi dünya.
Bu şekilde altında kalırdın hayatın, zira daha çok üste çıkarlardı hiç aldırmadan.
Üstüne üstlük sen kendini tanıdıkça, kendine saygın arttıkça daha çok takılır oldun bu kayıtsızlıklara.
"Sen kimsin?!" sorusu aslında bir ego tatmini değildi her zaman. Bir durum belirlemeydi. Kişilerin hadsizliklerine bir içsel sorgulama bildirimiydi.
"Kimdin sen?"
"Ne hakla bu şekilde davranabilirdin?"
"Ne cüretle karşındakini bu kadar kolay kırabilirdin?
Ne empati vardı insanlarda, ne had, ne de değer bilme...
Kendisine 10'da 1'ini davrandığında seni çoktan topa tutacak insanların bu kadar kolay esip gürlemeleri trajikomik değil de ne?
Saygısız insanların karşısındakinden saygı bekleme çabaları niye?
Hele sen her seferinde düşünüp taşınıp cevap verirken, karşındakilerin bu kadar düz mantık sormaları da ne?
Anladım ki hiç kimse, hiç kimse sen değil, azizim.
Sen kadar ince, sen kadar hassas değil.
Kimsenin karşısındakini üzmesi, kırması umurunda değil.
Anladım ki,
Sen hakkını koruduğun kadar haklısın.
Karşındakini susturduğun kadar açıklayıcısın.
Altta kalmadığın sürece ayaktasın.
Haklı olduğunu defalarca yinelediğin sürece akılda haklı kalansın.
Sen haklıysan eğer, kimseyi umursamamalısın kısacası.
Zira, haklısın.
*Kevin Burg
--
Yıllardan beri o kadar alttan alırsın, o kadar karşındakiler kırılmasın diye yaşarsın ki, sıkılmışsındır artık haksızlıklar karşısında kollarını bağlayarak arkana yaslanmaktan.
Arkana yaslandığında konu kapanır sanmıştın halbuki çoğu seferinde...
Sen alttan aldığında, o da bir dahakinde anlayışlı olacaktı belki.
Senin ne kadar sabırlı olduğunu fark edecekti.
Örnek alacaktı belki de.
Ya da iş büyümeden, daha büyük kırgınlıklar oluşmadan konu kapanmış olacaktı.
Sen kendi içinde sorunu çözerek tatlı dille daha sonra izah edebilecektin muhtemelen.
Sabrederek cevap vermemen bundan mütevellitti.
Etrafa malzeme, ağızlara sakız olmaktansa, kapalı kapıların ardında kızgınlığını bildirmek daha medeniydi.
-di'ydi kısacası...
-di'li zamanlar, geçmiş zamanlardı.
Ne zamanki hayatın gerçekleriyle baş etmeye başladın, ne zaman ki kötü kalpler tanıdın, düşüncelerin geçmiş zamanla çekimlenmeye başladı.
Öyle değildi dünya.
Bu şekilde altında kalırdın hayatın, zira daha çok üste çıkarlardı hiç aldırmadan.
Üstüne üstlük sen kendini tanıdıkça, kendine saygın arttıkça daha çok takılır oldun bu kayıtsızlıklara.
"Sen kimsin?!" sorusu aslında bir ego tatmini değildi her zaman. Bir durum belirlemeydi. Kişilerin hadsizliklerine bir içsel sorgulama bildirimiydi.
"Kimdin sen?"
"Ne hakla bu şekilde davranabilirdin?"
"Ne cüretle karşındakini bu kadar kolay kırabilirdin?
Ne empati vardı insanlarda, ne had, ne de değer bilme...
Kendisine 10'da 1'ini davrandığında seni çoktan topa tutacak insanların bu kadar kolay esip gürlemeleri trajikomik değil de ne?
Saygısız insanların karşısındakinden saygı bekleme çabaları niye?
Hele sen her seferinde düşünüp taşınıp cevap verirken, karşındakilerin bu kadar düz mantık sormaları da ne?
Anladım ki hiç kimse, hiç kimse sen değil, azizim.
Sen kadar ince, sen kadar hassas değil.
Kimsenin karşısındakini üzmesi, kırması umurunda değil.
Anladım ki,
Sen hakkını koruduğun kadar haklısın.
Karşındakini susturduğun kadar açıklayıcısın.
Altta kalmadığın sürece ayaktasın.
Haklı olduğunu defalarca yinelediğin sürece akılda haklı kalansın.
Sen haklıysan eğer, kimseyi umursamamalısın kısacası.
Zira, haklısın.