Kıbrıs'taki ilk gezi güzergahımız Girne ve Alsancak'tan sonra, sıra geldi ikinci güzergaha, yani:
Lefkoşa, Gazi Mağusa ve Maraş'a.
Aslında her bir gezi spotu ayrı yazı altında toplanabilir. Ancak biz tüm bu noktaları tek bir güne sığdırdığımız için aynı hızlı turu sizlerle tekrarlayacağım. =)
Geziye başlarken ilk durağımız, Kıbrıs Barış Harekatı'nda kaybettiğimiz Türk Askerleri için yapılmış şehitlik oldu. Mücadele belki de Türkler'in kaderi. Her zaman alın teri dökmesi gerek gerçek başarı elde etmesi için. Barış getirmek için bile savaşması gerek...
Lefkoşa, denizden uzak bir merkez olarak Ankara ile aynı kaderi paylaşıyor. Ülkenin başkenti olsa da, turistik olarak öncelikli tercih edilen bir şehir değil . Zaten şehre girdiğim an itibariyle kendimi Berlin'deki o depresif ve hüzünlü geçmişin etkisinde buldum.
Yine şehri ortadan ikiye bölmüş bir duvar, yine katliam izleri, yine her şeye rağmen toparlanmaya çalışan kentin hareketliliği...
Şehirde yine Girne'de olduğu gibi fazla kat yok. Merkezin kenar kısımlarında daha çok bahçeli evler yer alıyor. Rahat, sakin bir yaşam...
Önünden geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı'nda güvenlik görevlisi bir adet...
Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile ayrılmak için şehri ikiye bölen tel örgülerin arkasındaki İngiliz topraklarını çok rahat görebiliyorsunuz.
Daha sonra şehir merkezindeki Barbarlık Müzesi'ne uğruyoruz. İnsanlığın yitirildiği bir başka hikayenin izlerine tanık oluyoruz. Hala kurşun ve kan izlerinin bulunduğu, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı'nda görevli Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve çocuklarının misafir gelen komşularıyla katledildiği boş evin duvarlarına asılmış vahşet fotoğraflarını inceliyor, buruk bir şekilde müzeden ayrılıyoruz.
Kıbrıs'ın bir diğer deniz kenarı tatil noktası İskele'de mola veriyoruz.
Uzuun, geniş bir sahil şeridine vuran yüksek dalgalar ile ister mücadeleye giriyorsunuz, isterseniz açık büfe restoranda karnınızı acıktıran iyot kokusuna paralel tabağınızı sınırsız dolduruyorsunuz.
Mavinin 50 tonu ile biraz huzur depoluyorsunuz.
Salamis Antik Şehri boyunca yolumuza devam ederek St. Barnabas Arkeoloji ve İkon Müzesi'ne gidiyoruz. Hıristiyanlık'ı yaymak için 1945 yılında ülkeye gönderilen ancak daha sonra öldürülen St. Barnabas'ın mezarının bulunduğu kilisenin tarihini dinliyoruz. Kilisenin bahçesindeki arkeolojik kalıntıları da hızlıca turlayarak yolumuza devam ediyoruz.
Daha sonra bir diğer liman şehri Gazimağusaya geçiyoruz. Leonardo Da Vinci'nin inşa ettiğinin söylendiği limanı görmek için, yüksek sur duvarlarına sonsuz basamakları tırmanarak çıkmanız gerekli. Çıktıktan sonra engin mavi...
Kentin denize dik gelen caddesinden içeri doğru ilerlediğinizde Lala Mustafa Paşa Camisi olan St. Nicholas Katedrali, Namık Kemal Zindanı ve Müzesi ve arkeolojik şehir kalıntılarının bulunduğu meydana çıkıyorsunuz. Kısa bir tarihi anlatımın ardından yola koyuluyor, en çok merak ettiğim Maraş'a ilerliyoruz.
Anlatılanlara göre, Kıbrıs Harekatı sırasında bu çok önemli ve lüks otellerin bulunduğu alandan insanlar yalnızca ceketini alarak kaçmış ve masanın üzerindeki bardak bile olduğu gibi kalmış. Bu Yeşil Hat tampon bölgeye her iki ülke halkının da girmesi yasak. Girişte askerler nöbet tutuyor bu sebeple. Turizm değeri olarak kritik bir bölge olduğu için buradan faydalanmak isteyen çokmuş ancak şu haliyle bile yeteri kadar turist çekmekte. Balkonlarında plaj havluları halen sallanan içi boş yüksek binaların bulunduğu yerden geçerek turumuzu noktalıyor, Akdeniz'in mavisine gün bitmeden yeniden dalabilmek için Alsancak'a; otelimize dönüyoruz.
Bir diğer post, "Kıbrıs'ta ne yenir?".
Takibe devam. =)