Yeni Yıl Listesi

Yeni yılda yapılacaklar listesi:
  • Alttan alma. Haklıysan alma.
  • Kibir yapma. Mütevazı ol. 
  • Mütevazılığını anlamayana ise mütevazı davranma. Mevcudiyetini bildir. 
  • Ne olursa olsun kötülük düşünme. Kötü biri olma.
  • Kötü olanların ekmeğine de yağ sürme. Meydanı kötülere bırakma.
  • Kendini bil. Ego yapmadan. 
  • Asil ol. Çirkinleşme. Karşındaki ne kadar küçülürse küçülsün, sen onlara benzeme, senin farkın olsun. 
  • Dert etme. Kafana taktığın şeylere "buna da şükür" demeyi bil.
  • Değerini görmeyeni kale alma. Bırak pişman olsun.
  • Doğayı koru. Her neresiyse. Sakın "aman ta orasından bana ne?" deme. Unutma hepimiz aynı gemideyiz. Bir yerden su alırsak komple batarız.
  • Yanlışa alet olma. Yanlış olduğunu biliyorsan kişisel çıkarından vazgeç. Eninde sonunda sen de yanlış olur silinirsin, yapma.
  • Öngörüsüz davranma. O anlık işine gelebilecek bir durumun etki analizini ölç, biç, tart. Senin öngörüsüzlüğün, birçok kişiyi mağdur edebilir, bencil olma.
  • Sev. İnsanı sev, var oluşu sev, doğayı sev, hayvanları sev, işini sev... İçinde yalnızca sevgi biriktir, dünya huzuru önce iç huzurla başlar, sakinleş, derin bir nefes al ve başla.

Had Bildirme Sanatı

Hani bazen alttan alırsın ya lafları...

Açıklamaya çalışırsın tane tane bazen de.
Sırf bilinmeyen bir durum varsa izah etmiş ol da, anlamazsa kendi bileceği iş olsun diye.
Heh işte.
Tam o noktada ne oluyorsa oluyor.
Anlattığınla anlanan arasındaki ince çizgi flu'laşıyor, tuz buz oluyor.
Sırf mütevazılığı tercih ettiğin için seni kendisinden daha yeterli görüyor.
Birçok mevzuda.
Bir de üstüne ahkam kesilmeye başlanıyor.
Sen yine alttan alacaksın ya nasılsa.
Gün geçtikçe etki seviyeleri artıyor mesela.

Belki de insan daha çok bildikçe daha da sessizleştiğinden.
Daha çok bildiğini ortaya koyarsa daha çok yadırganacağını bildiğinden.
Ego ve kibirden olabildiğince uzak kalma isteğinden.

Daha naifleşiyor, daha da alt seviyeleri gördükçe...
Nerede durduğunun farkında olduğu için.

Hani bazen de kırmamak için çabalamaya çalışırsın.
"Pardon, rica etsem, yani lütfen, hesabı alabilir miyiz?"
Heh işte, o noktada her ne oluyorsa bir anda garson havaya girerek sana emir vermeye başlıyor. 
Öyle bir çizgi.

Bunu fark ettiğim geç de oldu, güç de oldu ama,
Olsun.
Çok da kelimeleri tutmamak gerek.

Karşındaki başka türlü anlamayacaksa,
Zorla sınırlarını aşıyor, had bilmiyorsa,
Salın ağzınızdan gitsin.
Cüretini bilmiyorsa,

İş başa da düşer pekala.


cinemagraphs-jamie-beck-kevin-burg-2








Pre-Christmas Party @Gokchen House Lounge Cafe

Artık neredeyse gelenekselleşen Pre-Christmas sofraları vesilesiyle yeniden Gokchen House Lounge Cafe köşesiyle karşınızdayım. Bu sefer "yeni yıl sofrasında neler olabilir?" postunu kendi sunumlarımla evrileterek "neler konulmuş" şeklinde hazırladım.

Biraz sunum, biraz dekorasyon, biraz da "Gokchen'in Spesiyalleri" ile.

Önce fona yine bir şeyler açalım.


Dekorasyon

Benim kafamda "yılbaşı sofrası" denildiğinde oluşan temel üç renk var: Kırmızı, Yeşil ve Altın. Kırmızı olanı biraz daha enerjik, biraz daha gerçek yılbaşı zamanına saklamayı daha çok seviyorum. Bu yüzden öncesi hazırlıklarda biraz daha sakin, biraz daha asil kombinleri görmek istiyor ruhum.

Bu nedenle  masa örtüsüyle altın rengini fona alarak başladım. Üzerine de altın rengi birkaç mumluk yerleştirdim. Peçetelerdeki altın tonları da zemine eşlik ederek ekibi tamamlamış oldu. Geri kalan yeşil ve kırmızı tonlarını ise vazoda bulunan çiçeğe ve yemek üzerinde kullandığım birkaç malzemeye bıraktım.

Bu kombini bozmaması için de düz ve ön plana çıkmayan yemek takımı kullandım.



Sunum

Çocuksu olarak düşünmeyin. Biraz eğlence katmak, sofraya eşlik edecekler için üzerinde düşünülmüşlük vurgusunu vererek onları özel hissettirecektir. Ayrıca sofraya eşlik edecek çocuk varsa da, onlar için birlikte kutlama yapmaya teşvik unsuru olacaktır.

Ben her iki durumu da baz alarak en sevdiğim şey olan patatesten kardan adamlarımı yaptım. Püreye biraz da peynir katarsanız lezzeti artacaktır. Ayrıca üzerine en son patatese çok yakışan hindistan cevizi de serpebilirsiniz dekoru tamamlamak için. Tabi misafirlerinizin damak zevki çeşitliliğine eminseniz. =)


Bir diğer yılbaşı detayı olarak da pop-stick çubuklarıyla hazırladığım eritilmiş çikolata ve renkli şekerlerden hazırladığım yılbaşı ağaçları oldu. Her birini minik keklerin üzerine takarak sofranın temasına destek verdim. 


Birkaç meze, kanepe ve peynir tabağı sofraya asalet katan ana unsurlardan görüşündeyim. Ben bu bağlamla biraz somon, biraz füme et, biraz gravyer peynir, biraz da sos kullandım.


Kabak sushi de aslında biraz Gokchen'in Spesiyali. Hızlı tarif gerekirse: zeytinyağı ve tuz ile harmanladığınız enine ince kesilmiş kabakları ızgarada pişirdikten sonra üzerine krem peynir, sarımsak, zeytinyağı, kekik, biraz da mayonezle hazırladığınız harçtan sürün. Daha sonra harç içte kalacak şekilde halı gibi sararak rulo hale getirin ve servis tabağına dik olarak yerleştirin. Tadı enfes.


Hem bereketin simgesi hem de renk olarak konsepti tamamlaması bakımından narı bol bol kullanabilirsiniz. Ben bir kısmını yeşil salatada, bir kısmınıysa hazırladığım kış punch'ında kullandım. 

Punch için hızlı tarif: Geniş bir kap ya da sürahiye bir/birkaç çubuk tarçın, birkaç karanfil, bir iki avuç nar ve kabuğu soyulmadan doğranmış birkaç dilim kırmızı elmayı koyun, üzerine de elma suyu ile sürahiyi doldurun. En az birkaç saat buzdolabında dinlendirin ki, tüm aroma kokteylinize geçsin.


Gokchen'in Spesiyali

Bence yılbaşı sofralarının olmazsa olması tavuk ya da hindidir. Eğer sizin için de öyleyse benim artık klasikleşen menümü hızlıca aktarayım. 

Doldurulmuş Tavuk: Düdüklüde tavuğu bütün olarak haşlayın. Bir yanda tarçın, soğan ve isteğe göre kuş üzümü, fıstıkla iç pilav hazırlayın. Haşlanan tavuğu borcama aldıktan sonra içi dolana pişen pilavı doldurun. Daha sonra bir kasede hazırlayacağınız salça, sarımsak, yoğurt, baharatlı harcı (ben tadını arttırması ve kızartması için çok az pekmez de ilave ettim) tüm tavuğa sürün ve 200 derecede fırına verin. 

Haşlanan suya en sevdiğim şey tel şehriye ve süt ilave ederek çorba yapmak. Yine öyle yaptım. Bir de yine taneli bereket simgesi olarak zeytinyağlı barbunya pişirerek soğuk olarak servis yaptım.

Tavuğun fotoğrafını çekmeyi atlamışım. Orasını hayal gücünüze bırakıyor, şimdiden leziz menüler diliyorum.

Afiyet olsun!

Yepyeni Bir Rota: Bosna Hersek @1. Bölüm Saraybosna

Gökçen Gökyer Blog'da yepyeni bir destinasyon ile karşınızdayım: Bosna Hersek!

Aslında akla ilk gelen seyahat noktalarından birisi değildir Bosna. Farklı bir tarih, farklı bir dokuya sahip diğer turistik yerlerle kıyasladığınızda. Hatta doğum günü sebebiyle kaçamak yapılacak bir rota da sayılmaz belki ilk bakışta. 

Ama öyle değilmiş işte. 

Gitmek, yerinde görmek lazımmış orasını da meğerse.

Hele ki mevzu bir kış tatiliyse, çok da iyi bir fikirmiş.

Bu Bosna Hersek turunu 3 post halinde hazırlamaya karar verdim: "Saraybosna", "Mostar" ve "Bosna Hersek Mutfağı". Neden? Çünkü her birinin içeriği ayrı bir post olmayı hak edecek nitelikte. 

Saraybosna ile ilk posta başlıyorum bu bağlamda.

Saraybosna


Ulaşım

Bu konu biraz önemli, önce bu konudan başlamalıyım. Çünkü gitmesi oldukça kolay bir yer ancak eğer doğru bilgilere sahipsen...

Ankara'dan doğrudan uçuş olup olmadığını bilmiyorum. İstanbul aktarmalı gidecek olursanız toplamda İst-Saraybosna 1,5 ve Ank-İst 1 saatten toplam 2,5 saat için 10-12 saatinizi gözden çıkarmanız gerekmekte. Zira, rötarlar, aktarma beklemeleri, boarding süreleri derken neredeyse tüm gününüzü yakmanız gerekebilir.

Saraybosna'ya indikten sonra ise oldukça küçük hava alanının hemen önünden kalkan şehir içi otobüsü beklemenizi öneririm. Yoksa "yürüme mesafesi" denilen tramvay durağına gitmeniz bir 40-45 dakikanızı alabilir. Taksilere hiç girişmeyin, çünkü o kadar mislini ödemeye değmez. Şehir içi toplu taşımalar inanılmaz düzenli ve rahat. Zaten hava alanı merkezden fazla uzakta ve şehirden kopuk değil.

Şehir içinde ise rahatlıkla tramvayı tercih edebilirsiniz. Neredeyse her 5 dakikada bir tramvay geçiyor. Başçarşı (Baščaršijayazan tüm hatlarla turizm merkezine inebilir, 1 numaralı hatla ise şehirler arası tren istasyonuna gidebilirsiniz. Kişi başı 1,8 BAM.


Şu da Tramvay hattı. Kesin bunun bir çıktısını yanınıza gitmeden alın, zira turist info'dan temin edebileceğiniz herhangi bir şehir dokümanı bulunmadığı için çok işe yarıyor. Bu durumu biraz turizm kültürü eksikliği olarak görüyorum.


Konaklama

Kesinlikle Başçarşı yakınlarında konaklamalısınız, zira hiçbir gezme noktasına taşıt kullanmanıza gerek kalmayacaktır. Bizim tercih ettiğimiz Bed and Breakfast Vijecnica'yı tercih edebilirsiniz. Kahvaltı dahil rezervasyon yapmanızı tavsiye etmiyorum çünkü çok daha uygun fiyata çok daha yerel bir şekilde kahvaltı edebileceğiniz noktalar var. Mekanla ilgili kredi kartı gibi birkaç sorun var ama mevki olarak mükemmel ve tüm gerekli toplu taşıma araçları önünden geçiyor. Eğer düşünürseniz benim bıraktığım dahil tüm yorumları buradan okuyabilirsiniz. Hemen hemen hepsinde doğruluk payı var.



Turizm

Milajka Nehri boyunca uzanan tarihi doku aslında biraz melez. "Neden?" derseniz, içinde hem Avusturya Macaristan İmparatorluğu zamanından Avrupa mimarisini, hem Osmanlı zamanından Mimar Sinan esintilerini, hem de biraz Sovyetler Birliği zamanlarından esinlenilmiş ve üzerinde hala kurşun izlerini taşıyan betonarme blokları barındırmakta. Aynı kadrajda her üç izi de yan yana görmek mümkün. Belki de bu yüzden, şehrin içlerine girdiğimde bir diğer sokağı keşfetme heyecanım tavan yaptı. Sürekli bir zaman tüneline girmiş hissiyatı yaşıyorsunuz. Bazen 1800'ler, bazen 1900'lerin başı, bazense 92-96 yıllarındaki savaş zamanlarına tanıklık ediyorsunuz. Şehrin yeni yerleşim kısımlarına gittikçe de 2000'lerde olduğunuzu hatırlıyor, çağımıza geri dönüyorsunuz. 


Aslında buralar için en makul ziyaret zamanı ilk ve sonbahar diye okumuştum çoğu yerde gitmeden önce. Ancak bu kişilerin kış ayında burayı görmediklerinden dolayı olduğunu gidince anladım. Tam da Balkanların göbeğine Balkan soğuğu zamanı gitmek, coğrafyanın en yerel haliyle görülmesini sağlıyor aslında. Hele ki ikinci gün şehir turuna çıktığımızda öyle güzel turistik bir kar yağdı ki, görsel şöleni anlatmam mümkün değil. Tam olarak bir kartpostalın ya da masal diyarının içinde kaybolduğunuzu hissediyorsunuz. Ha "turistik kar nasıl bir şeymiş?" dediyseniz de not düşeyim. Hani çatılarda birikecek dozda, ince ince, tatlı tatlı yağar, beyaz bir görüntü bırakır ama ne ayağana takılır ne de bastığın yeri kayganlaştırır ya. O kıvam. Tam tadında. 







Ambiansın şahaneliğinden bahsetmekten konuya dönebilirsem turistik noktalara da değineceğim inşallah. Gerçi zaten kalan hislerimi anlatmam için şimdi fona bu mekanları da almam lazım ki konsept tamamlansın. Nasıl mı? Hemen başlıyorum.

Latin Köprüsü

Bahsettiğim, şehir boyunca uzanan Milajka Nehri'nin üzerinde yer alan birçok köprüden bir tanesi. Bir Osmanlı yapısı. "Neden bu daha bilindik?" derseniz hikayesi biraz hüzünlü, biraz kritik. İki hikayesi var. İlki, 1. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan Avustura-Macaristan Krallığı veliahtı Ferdinand'ın suikaste uğradığı köprü olması. Bir diğeri de Bosna Savaşı'nı başlatan, Bosnalı bir kız öğrencinin üzerinde konuşma yaparken Sırplı bir asker tarafından vurulduğu yer olması. Şimdilerde ise şehrin ikonik bir simgesi olarak turistik fotoğraflara fon oluşturmakta. Hani şu "Saraybosna" diye arattığınızda karşınıza çıkan ilk fotoğraf. 

İlk gece ay ışığında, ertesi gün ince yağan karın altında, bir sonraki günse beyaz tabakayla kaplanmış şehri ortaladığında gördüm. Her seferinde de aynı hissi yaşadım: Üç boyutlu kartpostal! 






Başçarşı

Şehrin çoğu tarihi yapısını kucaklayan çarşı. Bana biraz Urla'daki Malgaca Pazarı'nı hatırlattı. Tabi burası orasının yanında epey büyük. Sebil'in bulunduğu meydandan dalacağınız birçok ara sokağı ve üzerinde bulunan küçücük alışveriş ve yiyecek dükkanlarını barındırmakta. Buradaki turistik dükkanların neredeyse her ikisinden birisi bakır işçiliği. Benim için farklı bir eşya olmadığı için pek ilgimi çekmedi. Yine de hafif köhne, hafif nostaljik havası ile geçmişi yaşattığı için önlerinden geçip gitmesi de keyifliydi.










Avrupa'nın Kudüsü


Bu kısımlar işte ara sokakları keşfetme arzumun tetiklendiği kısımlar. Başçarşı'dan devam ettiğinizde alt meydanlara çıkmaya ve farklı mimarilerle karşılaşmaya başlıyorsunuz. Bir bakmışsınız Mimar Sinan'ın Gazi Hüsrev Cami karşınızda; daracık sokaktan girilen kocaman avlusuyla, bir bakmışsınız kocaman bir katedral burnunuzun dibinde tam bir Avrupa havasında. Avrupai cephelerle çevrili bir sokağa girmişken kafanızı bir camekana çevirdiğinizdeyse 1800'lerin yaşandığına inandığınız tarihi bir otel restoranına şahit oluyorsunuz. Biraz ilerlediğinizde ise yeniden Milajka Nehri'ne çıkıyor, Saraybosna'da olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Cami ve ortadoks ve katedralle birlikte sinagog da bulunduğu için burası Avrupa'nın Kudüs'ü olarak da anılıyormuş.



Gazi Hüsrev Cami: Osmanlı Eseri olan Gazi Hüsrev Cami, dönemin valisi Gazi Hüsrev Bey tarafından 16. yy'da Mimar Sinan'a inşa ettirilmiş. Türbesi, avlu içerisinde bulunuyor. 





İsa'nın Kalbi Katedrali (Katolik Katedrali): Gazi Hüsrev Camii'nden sonra İstiklal'e benzettiğim Ferhadiye Caddesi üzerinden biraz daha ilerlediğinizde minik bir meydana çıkıyorsunuz. Katedral tam merkezinde duruyor. Paris'teki Notre Dame Kilisesi'nin sadesi demiştim, zaten oradan bilinçli esinlenerek yapılan bir Neogotik mimariymiş. 



Milli Kütüphane

Otelimize komşu olan yapı, 19. yy Avusturya Macaristan yönetiminde yapılmış belediye binasıyken 2. Dünya Savaşı sonrasında kütüphane olmuş. Ancak Bosna savaşında çoğu eser yakıldığı için yeniden belediye binası olarak hizmete girmiş. Şu an hem belediye binası olarak hem de "ücretli" olarak turistlerin ziyaretine açık konumda. 


Inat Kuja

Üstteki hikayeyle devam edeyim. Avusturya Macaristan zamanında imparator Milajka'nın bir tarafını düzenlemek ve buraya bir belediye binası yapmak istemiş. Herkes razı olmuş ancak bir kişi inat etmiş ve evinden vazgeçmemiş. Kendisini ikna etmek içinse tek şartı olan, nehrin karşı kıyısına bire bir aynısının yapılması kabul edilmiş ve böylelikle günümüzdeki İnat Kafe yapılmış. Şu an şık ve yöresel bir restoran olarak hizmet vermekte. İçindeyse tarihi fotoğraflar duvarları süslüyor. Zemin katta yemeğinizi yerken pencereden dışarı baktığınızda hala Avusturya Macaristan askerleri turluyormuş hissini yaşatıyor.






Aliya İzzetbegovic Anıt Mezarı

Nehre tepeden bakan mezarlık, tıpkı her kurşun izlerini hala taşıyan binalar gibi ibret abidesi olarak vicdanların yüzüne çarpıyor. Çoğu mezar taşında Bosna Savaş yılları yazan, hüzün dolu, aynı zamanda şehirle iç içe konumlanmış mezarlık.




Saint Anthony Catholic Church


Bu bahsedeceğim iki yer neden hiçbir gezi yazısında yok aklım almıyor. O kadar şey kaçırmışlar ki! Tam otelimizin karşısında, İnat Kafe'nin önünden gireceğiniz ara sokaktan ilerlediğinizde öncelikle çok ilginç, konut olduğunu düşündüğüm binaların önünden geçiyorsunuz. Bazıları esrarengiz, bazıları ihtişamlı, bazıları acı izlerini barındırıyor. Sokakta ilerlediğinizde karşınıza tıpkı İstiklal'deki St. Antuan Kilisesi'ne benzer bir yapı çıkıyor: St Anthony Katolik Kilisesi. Henüz kar düşmemişken yağan yağmurdan kaçmak için bulduğumuz kilisede ayin yeni bitmiş, insanlar İsa'ya şükranlarını iletiyordu. Yine hafif neogotik esintiler aldıysam da net bilgim olmadığı için bilemiyorum.







Sarajevo Bira Fabrikası/Barı 

St. Anthony Kilisesi'ne komşu olan dev Saraybosna birası fabrikası. İsmi Sarajevo. Şehrin merkezine o kadar şık oturtulmuş ki, hiç de "koca fabrikanın burada ne işi var mualla?" hissi yaşamıyorsunuz. Bilakis, içerisine girecek bir kapı ararken buluyorsunuz kendinizi. İlk bulduğumuz kapı, müze girişiymiş. Giriş ve bira tadımını kapsayan farklı bilet seçenekleri bulunmakta. Diğer bulduğumuz kapı ise beni Romanya Bükreş'te yaşadığım "Midnight In Bucharest" hissiyatına götürdü. Sokaktan doğrudan girilen geniş kapıyı araladıktan sonra gördüğünüz manzara i-na-nıl-maz! Bir anda 1800'lere ışınlanıyor, hemen kendinize bir masa bulup oturmak istiyorsunuz. Oldukça lezzetli, oldukça ucuz ve oldukça buğday birasını (beyaz bira) andıran bir tada sahip Sarajevo bira imalathanesinin çıkardığı yeni ve taze ürünleri burada içebiliyor, yanında isterseniz karınınızı doyuracak lezzetler söyleyebiliyorsunuz. Bu kısmı gurme köşesinde detaylandıracağım. Yağmurdan kaçtığımız ikinci durakta bu ambiansa vurulmuşken, kısa bir süre sonra camdan düşmeye başlayan karı izlemekse apayrı bir keyif oldu. Haftanın belirli günleri ise canlı müzik yapıyorlarmış. Gündüz ayrı, gece ayrı keyifli bir mekan kısacası.











Gönül Kafe

Burada aslında olay mekan değil. Zira, aynı mekan, aynı isim ve aynı tasarımla İzmir'de de bulunmakta. Buradaki olay manzara. Anıt mezarın biraz daha üzerinde kalan, şehri Milajka Nehr boyunca himayesine alan geniş açılı bir manzaraya sahip. Hele ki, ince yağan karın altında, yerel halkın yaşadığı dar sokaklardan yokuş yukarı tırmanması ve bir anda karşınıza çıkması, bedeninizi ayrı, içinizi ayrı ısıtacaktır. Bir kahve molası için gitmeden dönmeyin'lik bir lokasyon. Hatta biraz daha uca tırmanırsanız hemen karşı tepede bulunan Osmanlı Kalesi Beyaz Tabya (Bijela Tabija)'yı da görebilirsiniz.









Müzik Köşkü


Latin Köprüsü'nün hemen yanında bulunan At Meydanında yer alıyor. Eskiden burası hipodrommuş sanırım. Adı bu yüzden. Nehrin karşı kıyısındaki yan yana yolu blokajlayan binaların yarattığı ranta aldırmadan sakin, ağaçlık bir park alanının merkezinde konumlanmış ahşap yapı, eskiden 4 tane bulunan müzik köşkünden biriymiş. Şu an kafe gibi bir ortam olduğunu geçerken gördüm ama tam misyonu hakkında pek fikrim bulunmamakta.




Bilginize sevgiyle. =*




More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı