Hafta Sonu Detoksu @BOLU

Şehirden kaçışta bu haftaki durağımız Bolu.

Şehrin monoton, sıkıcı rutininden bunalmış, içi geçmiş insanlarıyla yorulmuş olduğunuz bir hafta sonu, doğayla iç içe, hem de sevdiklerinizle olmak olsun bu haftanın detoksu.

Bu post, "siz de gidin" demek için değil, en azından benim gittiğim yerlerin bir kısmı adına. 

Zira, hepsi kamuya açık yerler değil. =)

Daha ziyade "Şehirde bunaldık" sendromunuza bir nefes katmak için.











Gökçen Gökyer (@gokcengokyer) tarafından paylaşılan bir video ()







Add caption

Günün Yazısı

Huylarimi degistirdi benim bu sehir..
Hayata bakisimi degistirdi...
Keyif anlayisim bile degisti..
Sürekli...
Zorunlu olarak birer birer bir sekilde baska konulara evrildi..
Insanlara olan bakisim da surekli degisti..
Iyi niyetim bazen köreldi, bazen tazelendi..
Kızgınlık sebeplerim de değişti..
Bazen oyle davrandıkları için karşımdakilere, bazense onlara böyle davranmalarina izin verdiğim icin kendime sinirlendim.
Daha çok hep kendime kızdım aslında. .
Herkesi affedebilirim belki ama kendime hep katı davrandirdi bana bu şehir.
Hatayı bir şekilde kendimde aradığım için kendime saydım lafları, kendime verdim belki de tüm cezaları..
Belki de o kadar haksızlık yaptım ki...
Bak hatayı yine kendime döndürdü elim.
Bu şehir tüm huylarımı degistirdi azizim.

İçinde Yürüyerek Kaybolmanız Gereken 10 Avrupa Şehri @AVRUPA GÜNCESİ

Araçla ulaşımı neden bir türlü sevemediğimi bilmiyorum. Belki İzmir'de tüm okul hayatım boyunca her gün uzun yollar katetmeye mecbur oluşum, belki de Ankara'da toplu taşımasızlığın beni kilometrelerce yolu gönüllü yürümeye teşvik etmesinden dolayı bıkkınlık yarattı.

Sebebi her neyse ne.. Bilemiyorum. Yürümeyi; işe, gezmeye, alışverişe yürüyyerek gidebilmeyi özgürlük olarak görüyorum.

Hele ki, yürüdüğün yollar "zaman geçsin"den ziyade keşif arzusunu körükleyense, değmeyin keyfime!

Benim kafamda olan herkes için hazırladım bu postu.

Eğer ki Avrupa'daysanız ya da giderseniz, araçla ulaşımı gözden çıkarmanız gereken 10 şehri sıralıyorum sizlere hemen. "Avrupa'da her yer öyle ki" mi dediniz? 

Aslında haklısınız.

Bu top 10 diyelim.


İçinde Yürüyerek Kaybolmanız Gereken 10 Avrupa Şehri

1. Roma

Her bir avlunun, bambaşka bir avluya bağlandığı, her bir meydanında bambaşka sanat ve sanatçıya rastladığınız Roma sokaklarını mümkün olduğu kadar yürüyerek keşfederek.

Bu kadar çok tarihi yapının, bu kadar sık konumlandığı bir şehir asla atlanmamalı...

Aşk Çeşmesi'nden İspanyol Merdivenleri'ne, Kolezyum'dan antik kente kendinizi özgür bırakın.



2. Venedik
Toplu taşıma zaten çok mümkün olmayabilir ama harita elinizde gitmeniz gereken yerlere odaklı olarak turist olma mesainizi bırakın. Yalnızca sizi büyüleyen dar sokaklara bırakın kendinizi. Hangi kanalı geçerseniz, hangi sokaklardan geçerseniz geçin. Fotoğraf makineniz sizinle olsun yeter. Kaybolmak için fazla büyük bir yer değil nasılsa, elbet aradığınız yere çıkarsınız, boşverin.



3. Floransa
Yine fazla büyük olmayan, hemen hemen her yere yürüme mesafesinde olacağınız Floransa'da sokaklar arasında kendinizi özgür bırakmalısınız. Yapmanız gereken tek şey, merkezdeki katedrallerden gündüz zamanı başladıktan sonra Michelangelo Tepesi'nde günü batımına yetişmek. Arada kalan müzeler, sokaklar, kuyumcular çarşısı zaten karşınıza çıkacak.



4. Dresden
Almanya'nın Dresden kentini hala yazacağım. Beklemede olan şehirlerden. Şimdilik fragman olsun burası. Nehir boyunca ya da nehir karşısında nereye isterseniz yürümeye devam edin. Farklı müzeler, katedraller ve meydanlar çıkacak karşınıza. Her yorulduğunuzda nehir size eşlik edecektir, yanında Alman biranızla.



5. Paris
Arc de Triomphe'tan başlayarak Chaps-Elysees boyunca yürümeli, oradan Concorde Meydanı'na çıkarak Sen Nehri'ni görmeli, daha sonra yolunuza devam ederek Louvre Müzesi'ne çıkmalısınız. Müzenin içerisini gezmek işini günlere bölmeniz gerekecektir. Bu yüzden, bugünkü turunuzda meydanında bir iki turlayın, birkaç kare çekin yeter. Sonrasında yola devam, Notre-Dame Katedrali'ne dek devam edin. Katedralin içerisinde mini bir turu da tamamladıysanız tamamdır. Şimdi en yakın marketten roze ve peynirinizi kapabilir, Sen Nehri'nde bulacağınız ilk boş yere kurularak güneşi batırabilirsiniz. Bunu hakettiniz. ;)



6. Amsterdam
Her kanalın başka bir kanala bağlandığı bu "kanal şehri"nde bisiklet tercih etmediyseniz ana ulaşım aracınız yürüyüş olmalı. Her bir sokağı kartpostal olan bu şehrin, kanal boyunca sıralanmış, 3 adımda diğer eve geçeceğiniz genişlikteki evlerini bizzat kendiniz ölçerek dolaşmalısınız. Hem araca bindiğinizde her saniye fotoğraf çektiremezsiniz değil mi? =)



7. Brugge
Bu şehirlerin aslında her biri bir kartpostal aracı, evet. Brugge'a geldiğinizde kendinizi orta çağa ışınlandığınıza inandıracağınız 1001 sebep bulacaksınız. Her bir sokağı ayrı görülmesi gereken binalar ve dükkanlarla doluyken kim yürümeden es geçmeyi göze alabilir ki? Üstelik ödülünüzü meydanda alacağınız bir sürü cafe varken? Ödül mü? Bu mübarek zamanda söylemeyeyim hiç.



8. Bremen
Şimdi de kendinizi masallar diyarına ışınladınız demek?. Güzel. O zaman hemen mızıkacıları aramaya başlayabilirsiniz ara sokaklara dalarak. Sokak arasında bir Kilise önüne gelmiş ve saat başı olmuşsa bekleyin ve kilisenin büyük saatinin arkasından balkona çıkacak müzikli gösteriyi izleyin.

Çarşılarının arasında ilerleyerek ise Tom ve Jerry'nin gerçekten yaşadığına inancınızı körükleyin ve hikayelere taş çıkaracak dükkan ve tabelaları birer birer inceleyin... (İlgili yazı için tık tık)





9. Barselona
Burası aslında birbirine çok uzak mesafelerde birçok farklı görmeniz gereken yeri kapsıyor. yine de metroya binmeyi hiç istemiyorsunuz her adımda ayrı mest olduğunuz için. La Ramblas'tan Napoli meydanına çıkın öncelikle. Buranın arka paralelinde bulunan kale sokaklarında mutlaka kaybolmalı, ispanyol esintili dükkanlara uğramalasınız.  Sahili boyunca dilediğiniz kadar yürümeli, gizlenmiş kafelerini sobelemelisiniz. Castella'ya çıktıysanız mutlaka devam etmeli Olimpiyat Stadı'nı görmelisiniz. Arada teleferik kullanarak mavinin 50 tonunu keşfetmelisiniz. Gaudi'nin şehir içindeki kent mobilyalarını takip ederek Casa de Milla ve Casa Battlo'yu görmeli çıplak gözle görerek şekerden yapılmadıklarına inanmak isteyebilirsiniz. 


10. Lübeck
Bu liman kentinin Disneyland olduğuna inandığım binalarını geçerek merkezde turladıktan sonra bir trenle sahil kısmına ilerlemelisiniz. Bu yazlık şirin kasabayı mutlaka yürüyerek turlamalı, yolunuzun üzerindeki o büyüleyici bahçeli yazlık evleri film setindeymiş gibi seyretmeli, minik çarşısında turladıktan sonra upuzun sahili olan Baltık Denizi'ne inmelisiniz. Çok zaman kaybetmeyin, dönüşte yine yürümek isteyeceksiniz! (İlgili yazı için tık tık)





Fotoğraflar: Gökçen Gökyer

Avrupa Güncesi: Barcelona Barcelona @UPLIFERS

Bu hafta sonu bendensiniz.

Hepinizi İspanya'nın Akdeniz kıyılarına; Barselona'ya götürüyorum.

Negatiflerimizi biraz sıcak kumlara, biraz da eşsiz mavi denize iletiyorum.

Hazırsak hemen tık tık!




Örnek Olsun Diye!

Ekranlarda ve çevremizde o kadar boş konular ve konuşmalar yaşanırken, bu kısımdan izole kalarak yaşamdan verim alan kesimlerin de olduğunu bilmek ne mutlu!

Okuyor, yazıyor, çiziyor... Algıda seçiciliği baz alarak yapıyor hepsini de. Süzgeçlerinden geçirerek, sorgulayarak, bazen de yorumlayarak öğreniyor.

Edebiyat Kulübü var mesela ODTÜ Mezunları Derneği'nin. O kadar seviyeli ve nitelikli geçiyor ki toplantıları, yıllar geçtikçe ününü arttırarak katılımcılarnı kat be kat artıyor. Her ay belirlenen bir kitap okunduktan sonra gerek yazarın bizzat kendisiyle, gerekse seçilen gönüllüler liderliğinde kitaplar yeniden yorumlanarak algının kapsamını genişletiyor, kültürel olarak çok daha fazlasını benliğine katıyorlar.

Eminim ki daha niceleri vardır, ayrıcalıklıdır.

Örneğin buna benzer bir çalışma daha başlatılmış.

Blogda daha önceden tanıttığım Emine Erk Bekdemir Hocam (Bkz. "Yangına Körükle Giden Aşklar") öncülüğünde bir grup anne benzer konsepti İzmir Selçuk'ta başlatmış.


İşin içine çocuklarını da katarak o "kayıp gençlik" korkusuna çok güzel bir önlem almışlar.
"5 ay önce 6-7 kişilik bir grup iken, şimdi 40 kişilik bir grup olduk. Her ay seçtiğimiz iki kitabı okuyor, daha sonra bir mekanda toplanarak seçtiğimiz kitapları tartışıyoruz. Çocuklarımızın kitabını tartışırken yaratıcı yazma veya drama tekniklerini de kullanıyoruz." 

diyor Emine Hocam.


 Bazı toplantılara kitabın yazarını da bizzat çağırarak içeriği birlikte tartışıyorlar, konser, tiyatro, müze gibi etkinliklerle de kültürel etkinliklerini çoğaltıyorlarmış.


Herkese örnek olmasını diliyerek sözü Emine Hocam'a bırakıyorum:
"Biz, kitaplar ve onlarla kurulan dostluklar sayesinde, çocuklarımızın hayatlarına dokunmak ve onlara mutlu anlar bırakmak istiyoruz." 

Çok Sevgiler!



More

Bu Blogda Ara

Translate

Archive

Recent Posts

Popular Posts

Top 10 Articles

Featured Posts

Most Trending

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı